Diyarbakır surlarındaki ejderha
Derler ki kırk kediden oluşan “Kırklar Meclisi” kentin sorunlarını çözer, insanlarına sahip çıkar ve şehir halkını mutlu etmek için gayret sarf edermiş. Kedilerin sırrı çözülünce Diyarbakır'ın sorunları da dertleri de artmaya başlamış
Vecdi ERBAY
DİYARBAKIR YENİGÜN - Derler ki çok uzun zaman önce, Karacadağ’da bir ejderha yaşarmış. Bu ejderhanın ağzından çıkan alevler ağaçları, otları hatta taşları da yakarmış. Karacadağ’daki taşlar, bu nedenle simsiyahmış. Derken bir gün gökten halatlar inmiş. Ejderhayı kıskıvrak yakalayan bu halatlar, daha sonra yeniden gökyüzüne çekilmiş. Ejderhanın Karacadağ’daki hâkimiyeti böylece son bulmuş. Bu efsane yüzyıllardır söylenegelir Karacadağ’da. Bunda şaşıracak bir şey de yoktur aslında. Çünkü Diyarbakır çok eski, çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir kenttir. Hal böyleyken elbette onlarca efsaneye de sahne olacaktır.
Volkandan inen akıntı
Efsanelere yine döneceğiz ama önce Diyarbakır’a rengini ve kimliğini veren bazalt ya da “kara taş”a bakalım. Efsane Diyarbakır’a rengini veren bazalt taşının ejderhadan kaynaklandığını söyler. Ama bu taşla ilgili bilimsel bir açıklama da var elbette. Bilim, bazalt taşının sırrını ya da oluşumunu, Karacadağ volkanından inen bazalt akıntısıyla açıklar. Diyarbakır yöresinde bazalt taşı 80 m. kalınlığında ve 10 bin kilometrelik bir alana yayılmış bulunuyor. Diyarbakır bu alanın üzerinde kurulur; 5,5 km uzunluğa sahip surlar, camiler, hanlar, hamamlar, medreseler, evler ve yollarda ana malzeme olarak bazalt taşı kullanılır. Bazalt, mermerden sonra en sert taştır. Lavların yüzeyde veya derinde oluşuna bağlı olarak çabuk veya geç soğumaları sonucu gözeneksiz veya gözenekli olur. Koyu gri ve siyah renklere sahip olan bazalt suya, paslanmaya, dona, darbelere ve sürtünmelere karşı çok dayanıklıdır. Bazalt taşı, bu özelliklerinden dolayı hem Diyarbakır’ın etrafını çevreleyen surların yapımında, hem de sur içinde kalan yapılarda kullanılmıştır.
Çin Seddi bir yana surlar bir yana
Eski Diyarbakır’ı çevreleyen surlar, tarihi, görkemi ve görsel zenginliği ile Diyarbakır’a kimliğini kazandırır. Diyarbakır surlarının Çin Seddi’yle karşılaştırılması boşuna değildir. Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun, en geniş ve sağlam surlarından biri olduğu kabul edilir. Ancak surları, burçları ve kapıları süsleyen bezemeler, yazıtlar, hayvan ve bitki motifleri, Çin Seddi’nden farklı bir nitelik kazandırır Diyarbakır kalesine. Yazılı belgelere göre milattan sonra 349 yılında Roma imparatoru ikinci Constantinus zamanında şehrin surlarla çevrildiği ve kalenin onarıldığı biliniyor. 367 ve 365 yılları arasında şehrin batı surları yıktırılmış, Urfa Kapı ve Mardin Kapı’ya uzanan bölüm yapılmış. 6. yüzyılda Justinianus zamanında güçlendirilerek genel biçimini alan kale, daha sonraki yıllarda sürekli genişletilerek günümüze kadar ayakta kalmıştır. Kalkan balığı biçimini andıran Diyarbakır Kalesi, dış kale ve iç kale olarak iki bölümden meydana gelir. Dış kale surlarının uzunluğu 5.5 kilometre kadardır. Surların yüksekliği 10-12 metre, kalınlığı 3-5 metredir.
Burçların efsanesi
Kalenin 81 burcundan en ünlüleri Ben û Sen (Evli Beden), Yedi Kardeş, Nur ve Keçi Burcu’dur. Burçların içinde koğuşlara, mahzenlere, sarnıçlara ve depolara yer verilmiştir. Burçlar bu denli güzel ve görkemli olur da bir efsanesi olmaz mı? İşte Yedi Kardeşler Burcu’nun efsanesi:
Bir dönem düşman Diyarbakır surlarını kuşatır. Günlerce süren kanlı çarpışmalardan sonra kale düşer. Ancak yedi kardeşin savunduğu tek bir burç, bir türlü teslim olmamaktadır. Düşman tüm gücüyle yüklenir ama sonuç alamaz. Burcu savunan yedi kardeşle uzlaşmak üzere elçi gönderilir. Yedi Kardeşler’in elçiye cevabı şöyle olur: “Bir şartla teslim oluruz. O da canımızın bağışlanması. Burayı yalnız kralınıza ve komutanlarınıza teslim ederiz. Gelip burca girsinler ve teslim alsınlar, sonra da canımızı bağışlasınlar.” Kral bu şartı kabul eder. Komutanlarıyla birlikte burca girer. Girer girmez büyük bir patlama olur. Yedi Kardeş barut mahzenini ateşlemiştir. Kale havaya uçar. Kral, komutanları ve yedi kardeş ölür. Düşman ordusu dağılır. Bu olaydan sonra bu burcun adı Yedi Kardeşler Burcu olur.
Ben û Sen Burcu
Ben-u Sen Burcu, Artuklu dönemi eseridir. Melik-el Salih Ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır. Mimarı Cafer oğlu İbrahim’dir. İşte efsanesi:
Zamanın hükümdarı bu bölgede çok süslü iki büyük burç yapılmasını buyurur. Burçların planlarını kendisi çizer, yapımı için de bir yarışma açar. Kentte bu işlerde rüştünü ispatlamış iki kişi vardır. Biri usta, diğeri onun kalfasıdır. İkisi de yarışmaya girer. Usta bir yanda kalfa bir yanda kendi burçlarını yapmaya başlar. Efsaneye göre iş bitince, hükümdar kalfanın yaptığı burcu daha çok beğenir. Usta ve kalfa da “Ben mi Sen mi?” diye sorarlar birbirlerine. Usta, “Sen” diyerek kalfanın hakkını verir ve kendisinin yaptığı Yedi Kardeşler Burcu’ndan atlayarak yaşamını sonlandırır. Ustasının kendisini burçtan boşluğa bıraktığını gören kalfa dayanamaz ve o da surlardan aşağı atlar. O günden sonra burca Ben û Sen adı verilir.
İç Kalenin Şeytanı
Bilginlerin, kahramanların, şairlerin yanı sıra her kentin bir de ‘şeytanı’ olmalıdır, değil mi? Efsaneye göre Diyarbakır’ın da bozguncu bir şeytanı vardır. Diyarbakır halkı, aralarına fitne fesat sokan ve huzurlarını kaçıran şeytandan bıkmış ve çaresiz kalmıştır. Halka acıyan bir evliya şeytanı yakalar; bir demir parçasına dönüştürerek iç kale kapısının sol üst yanına zincirler. Böylece kent şeytandan kurtulur ve Diyarbakır şeytansız bir kent olur. Şeytanın simgesi sayılan bu zincirli demir parçası, iç kale kapısının sol üst yanındaki duvara asılıdır. Rivayet o ki bu olaydan sonra herkes, bu demir parçasına tükürüp “Şeytana lanet olsun” diyerek kente girer.
Siyah Kedi ve Kırklar Meclisi
Kenti kim korudu, kente bolluk ve bereketin yanı sıra huzuru kim getirmiş olabilir? Efsaneye göre bir siyah kedi! Yaşlı ve yalnız bir adam, siyah bir kediye çocuklar tarafından eziyet edildiğini görür. Kediyi alıp evine götürür, bakımını yapar, karnını doyurur ve onu tekrar sokağa salmak yerine sahiplenir. Kedi, adamın dertleştiği bir arkadaşı olur zamanla. Soğuk kış gününde, kaldığı oda sıcak olmasına rağmen kedinin tüylerinin soğuk olduğunu hisseder. Sonraki günlerde de sabahları kedinin tüylerinin soğuk olduğunu fark ederek bunun nedenini merak eder. Kedisi gece dışarı mı çıkıyor, nedir?
Bir gece uyur gibi yapar adam. Kedi, adamı kontrol eder gibi bir süre başında bekler. Adamın uyduğunu sanan kedi, dilinin altında sakladığı mavi bir boncuğu adamın kulağına bırakır. Kedi, daha sonra usulca dışarı çıkar. Kedinin ardından mavi boncuğu kulağından çıkaran yaşlı adam da dışarı çıkar. Kediyi Dicle’yi geçip Kırklar Dağı’nın eteğindeki bahçeye kadar takip eder. Kedi, istediği yere varmış olmalı ki durur, silkelenir ve bir insana dönüşür. Sonra sırayla başka kediler de gelir ve hepsi birer insana dönüşür. Kırk insana dönüşen kırk kedi, kentin sorunlarını tartışmaya ve çözüm bulmaya çalışırlar. İnsana dönüşen kedilerin toplantısı bitmeden yaşlı adam evine döner. Hiçbir şey olmamış gibi yatağına girer, mavi boncuğu da kulağına yerleştirir. Sabah uyandığında kedinin tüylerini okşar. Soğuktur tüyler. O zaman adam gece olanları anlatır kediye. Kendisine ve kediye yiyecek bir şeyler hazırlamak için kediye arkasını döner. Geri döndüğünde kedi yoktur odada ve bir daha da ortalıkta görünmez. Derler ki o vakitler kırk kediden oluşan “Kırklar Meclisi” kentin sorunlarını çözer, insanlarına sahip çıkar ve şehir halkını mutlu etmek için gayret sarf edermiş. Kedilerin sırrı çözülünce kentin sorunları da dertleri de artmaya başlamış. Bu kadim kent, başına musallat olan bütün musibetlere rağmen umudunu ve neşesini korumaya çalışıyor. Ama kim bilir, belki “Kırklar Meclisi” dağıldığı için surların taşları sökülüp haraç mezat satılıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.