Hayatımızı, sağlığımızı ve hayallerimizi satıyoruz yaşayabilmek için.
Peki, sattıklarımızın karşılığında nasıl bir hayat yaşıyoruz dersiniz?
Kendi adıma vereceğim cevap; Berbat!
Eminim birçoğunuzun da öyledir.
Birçoğumuz her şeyi ardında bırakıp bir köye, bir sahil kasabasına gitmek ister. Hep bu hayalin olabilirliğini kafasında tasavvur eder durur.
Sonra ardında bırakacaklarına bakar.
Ne vardır arkada bırakılacak olanlarda.
En başta çocukların eğitimi ve gelecek kaygısı. Sonra geçinmesi için gerekli bir iş, barınabileceği bir yer…
Yani bizi sömüren kendi yarattığımız kaygılar, kaygılar sıralanır bir biri peşi sıra.
Velhasıl sistemin dayattıkları, uykudan, yeme alışkanlıklarına, eğitimden, sağlığa kadar her şeye o kadar mecbur hissediyoruz ki kendimizi…
Sistemin ayakta kalma sebebi de bize monte edilen kaygılar değil mi zaten.
Çocukluktan başlayan kodlarla yaptıklarımızı ve yapmak istediklerimizi o kadar kanıksamışız ki hiç biri bize bir zamana kadar zor gelmez.
Fırsat eşitliği olmayan eğitime ses çıkarmadığımız gibi; sağlığımızı elimizden alan ve yaşam konforumuzu zedeleyen yiyeceklere köle gibi çalışarak, bonkörce ödediğimiz paralar pek umurumuzda olmaz.
Tüm bunlardan kaynaklı hastalıkları gidermek için bile tedavi etmeyen sağlık sistemiyle vücudumuzda sürdürülebilir hastalıkları devam ettirmek için ilaç firmalarına paralar öderiz de öderiz.
Bir de bakmışız ki hayatın son demlerindeyiz.
Geriye bakınca boşa geçen bir ömre ah ederiz de son pişmanlık fayda etmez.
İçinizi karartım ama yaşadığımız hayat böylesi bir kaosu barındırıyor içinde.
*
Bu kadar ahtan sonra Cemal Süreyya’nın ‘8.10 Vapuru’ndan üç kıtayla noktalayalım yazımızı.
Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar
…
Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var
…
Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İki de bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun
…
Sesinde ne var biliyor musun
Söylemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar
…
Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var