Roma ordusu, dünyanın gelmiş geçmiş en etkili ve başarılı askeri güçlerinden birisiydi. Açık arazide lejyonları yenmek neredeyse imkansızdı. Fakat Roma İmparatorluğu, askeri deha ve kılıçların gücüyle inşa edilmedi. Lejyonların gücü bir halkı fethetmeye yetiyordu fakat onlara boyun eğdirmeye yetmedi.
Bunu yapan lüks ve kolay yaşama aşkıydı.
Tacitus, Britanyalıların zincirler tarafından değil, iyi şarap ve akşam yemeği partilerine olan arzuları tarafından köleleştirildiklerini yazar. Savaş boyalarını sürüp haykıran cengâverler, konfor sayesinde, kibar ve sakin sivillere dönüşmüşlerdi! (Tacitus’un muhtemelen tüm bunları fazla abarttığını belirtmek gerekir. Britanya hiçbir zaman Roma İmparatorluğu’nda Fransa veya İspanya kadar uyumlu olmadı.)
İnsanları zayıflatmak için lüksü kullanmak tarihsel bir taktiktir. Çin’le ticaret açığını kapatmak isteyen Britanya İmparatorluğu, ülkelerini Hindistan’dan getirdikleri ucuz afyonla doldurdu. Daha sonra İngilizler afyonlarını porselen, çay ve ipekle takas ettiler. Soğuk Savaşın kazanılmasında da lüks tüketim etkiliydi. Amerikan buzdolapları ve televizyonları kaçınılmaz bir biçimde SSCB’ye girmeye başladığında, Sovyetler böylesi bir zenginlik karşısında şaşırmışlardı. Bu lüks ürünler bir süre sonra vazgeçilmez oldu. Bu ürünleri de o dönemde yalnızca ABD verebilirdi!
Günümüzde lüks yaşamın tehlikeleri
Facebook, Apple ve Google gibi şirketler yavaş ve emin adımlarla hayatlarımızı algoritmalarına ve platformlarına bağlıyor. Sosyal medya kasıtlı olarak bağımlılık yapacak şekilde tasarlandı. Bulut tabanlı depolama gibi zamandan veya paradan tasarruf sağlayan hizmetler o kadar evrensel hale geldi ki, geriye dönmek imkansız hale geliyor. Ve artık o kadar çok şifremiz var ki, bazılarını hatırlamamız mümkün olmuyor. Yine teknolojiden yardım umuyor, telefonlarımızın ya da uygulamalarımızın bizim için şifreler üretmesine ve onları saklamasına izin veriyoruz.
Bugün aslında makineye bağlı bir biçimde yaşıyoruz
E.M. Forster’ın romanı “Makine Duruyor”, hayatın her yönünün “makine” tarafından sağlandığı bir dünyayı bizlere aktarır. Yemek, müzik, giyim, edebiyat ve tabii ki arkadaşlarla iletişim kurmak için düğmeler vardır. Bunun ne kadar ileri bir görüş olduğunu günümüzde anlıyoruz. Bugün aslında makineye bağlı bir biçimde yaşıyoruz.
Yeni bir teknoloji ya da hizmet, başlangıçta bir lükstür. Sonra öylesine yaygınlaşır ve gerekli kabul edilir ki, onunla tanışmadan önceki yaşamımıza geri dönemeyiz. Yani bir zamanın istekleri devamında ihtiyaç halini alır. Teknolojiyi her ne kadar özgürleştirici olarak görmüş olsak da, bizi kapana kıstırdığı gerçeğini yadsıyamayız. Tacitus’un anlatımıyla, “bir zamanlar lüks olarak gördüğümüz şeylerin kölesi” haline geldik. Bu durumda da karşımıza zorunlu iki yol çıkıyor. Ya bu zincirleri mutlu bir şekilde giymeyi seçeceğiz ya da onları kırmak için uzun ve zorlu bir yolculuğa başlayacağız. Bitti