“Herkes doktorluktan kaçıyor, çünkü mobbing var, uzun süreli nöbetler var, hastadan şiddet görme ihtimali var, köle gibi çalışıyorsunuz, ben böyle bir gelecek istemiyorum. Bulunduğum cemaat yurdunda namaz kılma ve cemaatin dersine katılmak zorunlu, verdikleri kitapları okumak zorunlu, kendim müslüman değilim, ailem bilmiyor, buradan ayrılmak istediğimi söylediğimde hayır cevabını aldım”
Bu yaşamına son veren Enes Kara’ya ait nottan önümüze düşenler.
Bir de yüreği yanık babanın sözleri: "Sürekli telefonla oynuyordu, içine kapanık birisiydi, fazla konuşmazdı. Çevresiyle falan da konuşmazdı. Videosunu izledim. Kaldığı yer güzel insanların kaldığı yer. Talebelerin kaldığı yer. Orada kalmasını tavsiye ettim. Devlet yurduna başvuru yapmadık. Durumumuz iyi; Manevi olarak ahiretine faydası olsun istedim. Ben 25 yıldır Risale-i Nur okuyorum. Bir zararını görmedim. Ben bu cemaatin 25 yıldır içindeyim. Kaldığı yerde hiçbir sorun yoktu. Sürekli arkadaşlarıyla iletişim halindeydik. Birkaç ay kalır sonra alışır dedim. Cenazeyi aldık şu an dönüyoruz Hatay’a. Biz kimseden şikayetçi değiliz. Olaydan sonra durumunu daha iyi anladık."
…
Birçok insanın hayal ettiği/edemediği yolda yürüyen bir gencin intiharına kılıf arayanlar kadar karşı ataktakilerin acizliği; ufkun darlığına denk düşüyor.
Genç yaşta bir doktor adayının kendi hayatına son vermesi tamamen din ve mekanla anıldı ve buradan hareketle öfkelendi insanlar.
İnanç ve geleneklerle yoğrulmuş dayatılan bir yaşamın son bulmasındaki trajedi kadar; babanın tevekkül içinde hala bulunduğu cemaati ve yaşam tarzını savunmasının zıtlığı.
Bu iki ayrıntıyı ıskaladığımızda konunun önemini anlayamayız.
Bir genci, onun iradesi, hayalleri dışında bir yere konumlandıran otoriter anlayış; Her şeye muktedir ailenin sorgulanamaz kutsal otoritesi.
Asıl sorun tam da burada başlıyor; kadınların, çocukların, gençlerin üstündeki tahakkümün körlemesine saldırısı.
Vuruyor, yakıyor, yıkıyor, incitiyor, yaralıyor ve öldürüyor.
Diyalog yok ve ‘Olaydan sonra durumunu daha iyi anladık’ diyor. Daha iyi anlamak için ölmesi gerekiyor!
Çocuğunun adını dahi anmıyor; pişman mı değil mi o da belli değil.
…
Başta kadınlar olmak üzere bilcümle hayatların belirleyicisi; ne olacağına, nasıl olacağına, nasıl oturup kalkacağına kadar (robotik kodlama gibi) karar veren tahakkümün ete kemiğe bürünmüş ruhsuz hali.
Üstten bakan buyuran sistem!
Herkesi azarlayan otorite, bu halde bile parmak sallıyor.
Ve biz derinlerde olmayan ve hiçbir zaman kabuk bağlamayan yaralarımızla bazen umursar gibi yapıp cebelleşiyoruz hayatlarımızla.
Sonrası malum, ‘hafıza-i beşer nisyan ile malüldür’ kılıfıyla unutuyoruz beter hafızalarımıza sığdırdığımız beş beter ölümleri.