Türkiye, kendi içinde farklı güçlerin etkisi altında olan bir ülke.
Özellikle Kürt meselesi söz konusu olduğunda bu zıtlık hali belirgin bir şekilde ön plana çıkıyor. Bu yüzden ülkenin batısındaki uygulamalar ile doğusundakiler zaman zaman bir birine karşıtlık gösterebiliyor.
Bir yanda Diyarbakır’da bizzat devlet eliyle Ahmedê Xani, Feqiyê Teyran ve Molla Ahmed-i Cezerî gibi Kürt mütefekkirlerinin hayatlerını öne çıkaran Doğu’nun Kanatları etkinliği yapılıyorken, Aynur Doğan, Metin Kemal Kahraman, Mem Ararat Konserleri ve Amed Şehir Tiyatrosu’nun oyununa izin verilmemesi ile ilgili haberler düşüyor.
Son olarak Bursa Valiliği, 29 Mayıs’ta yapılması planlanan Mem Ararat’ın Bursa konserini ‘kamu güvenliği’ gerekçesiyle iptal ediyor. Ararat’ın 2 Haziran’da Diyarbakır konseri var.
Türkiye’nin batısında bir konsere Valilik izin vermezken, Diyarbakır’da aynı sanatçının konser verebiliyor olması yaman bir çelişki.
İzin veren de yasaklayan da devletin meşru zemini.
…
Kürt müziğinin kabul görmüş değerlerinin konserlerine, Kürtçe tiyatro oyunları gibi sanatsal etkinliklere ülkenin batısında izin verilmezken; bölgede ciddi bütçeler ve organizasyonlarla devlet eliyle meşru zeminde gerçekleştirilen ve bazı kurumların da bir ucundan tuttuğu etkinlikler yapılıyor olmasını nasıl değerlendirmeliyiz?
Kürt nüfusu her ne kadar Doğu ve Güneydoğu Bölgelerini işaret etse de, bir o kadar nüfus da ülkenin diğer illerinde mevcut.
Devlet mekanizmalarının iki farklı kararı, dar bir çerçevede devletin içinde farklı güçlerin etkisi olarak yorumlanabilir.
Düşünün devletin en üst noktasındaki insanlar rahatlıkla “Anadil, ana sütü gibi helaldir” diyebiliyorken; bir yandan “ana dilde eğitim” taleplerine karşı bazen yuvarlak cümleler, bazen de sert tepkilerle temel insan haklaın siyasi malzeme haline dönüştürüldüğü algısına neden oluyor.
Bu ve benzer hamleler insanların hayatında kalıcı izler bırakabiliyor.
Kürtçe diline yönelik yasakların belediye ve valilik kararları ile meşru bir zeminde yürütülüyor olması, siyasetteki travmatik durumu da gözler seriyor.
Ortaya mealen şöyle bir durum çıkıyor: Tamam ana dilininiz ananızın sütü kadar helaldir, kendi aranızda konuşun ama başka da bir talepte bulunmayın.
Bir arada yaşamak devlet söyleminden başlayarak medyada, eğitim kurumlarında hayatın her alanında Kürtçe'ye yer açarak mümkün olacak.
Aksi uygulamalar ve yaklaşımlar sadece ayrıştırıcı, ötekileştirici bir durumu hem de travmatik izler bırakarak ortaya koymaya devam edecektir.