Kentler sınırları zorlayarak hızla büyüyor. Bu, tek başına Diyarbakır’ın Türkiye’nin değil bir dünya sorunu ve bilinçli bir tercih.
2007’de ilk kez dünyada kent nüfusu kırsal nüfusu geride bırakıp 1.5 milyara yakın insanı gecekondularda yarı aç yaşamaya mahkum kılıyor.
Sürekli kargaşa, kaos var büyükşehirlerde. İnsan doğasını zorlayan, gereksiz bir büyüme ve bir zorunluluk dayatması.
Geniş yollar, gittikçe çoğalan araçlar, dikey yapılaşma…
Gereksiz araç yoğunluğunu destekleyen, geri plana itilen toplu taşımacılık anlayışı.
İnsana zıt anlayış; araçları ve araç satıcılarını daha görünür kılıyor. Binlerce araç şehri gürültüye ve kirliliğe boğuyor.
…
Bir de yoksulların yerlerinden edilip, Tokilere mecbur bırakıldığı, mahalle kültürlerinin yok edildiği kentsel dönüşümlere ne demeli?
Yoksullardan ele geçirilen merkezi yerleşim yerlerinin yeni cazibe merkezlerine, ticari alanlara, villa tarzı zengin yapılaşmalara açılarak yeni finansal kaynaklar oluşturmak başlı başına sorunken; Fiskaya ile Benusen ve daha diğer yerler ile hem alan genişletmeye hem de içerde kalan yoksulluğu şehrin çeperlerinden söküp atmanın amacı “İdeal şehir yaratma” çabası mı?
Kırsallar neredeyse boşaltılıp şehirler neden bu kadar cazip hale getiriliyor?
Durmaksızın büyütülen kentler, değiştirilen kent ve insan dokusu ve beraberinde ekolojik kuralsızlığa sürükleyen bu vahşi iştahın sebebi sadece kâr etmek mi?
Tarımın, besiciliğin, sağlıklı gıdaya, yeterli beslenmeye erişimin bu kadar baltalandığı bir anlayışa ve sonucunda ortaya çıkan olumsuzluklara, dengesizleşen iklim hareketlerine neden dur diyemiyoruz.
Geçinemediği asgari ücrete mahkum binlerce işçinin, esnafın, zanaatkarın, bilcümle insanların tıkış tıkış ve yarı uykulu yaşadığı kentler…
Tutarsız ve sürekli ürettiğinden fazlasını tüketen, tüketilen kentsel dokunun, devasa insan ihtiyaçlarına boğulan keşmekeşliğinden çözümü nasıl aşabileceğimizi tartışmalıyız.
Mutlu azınlığa hizmet eden anlayışın sebebi yaşamsal zıtlıklarla ortaya yaşanılması zor kentler çıkıyor.
Diyarbakır ve bilcümle Türkiye ve dünyada yaşanan da bu zıtlığın yansıması. Kırsallardan sürekli göç alan sözde cazibe merkezleri kentlerdeki orantısız büyüme; her ne kadar modern diye sunulan ucube kent modelleri ortaya çıkarsa da yukardan bir bakın derim; kentlerin etrafını saran (surlar misali) beton blokları göreceksiniz.
Kent artık insani yaşamı zorlayan ancak otomotiv, akaryakıt firmalarını ve yan sanayisini, avm anlayışını ihya eden bir görünüme dönüştürülüyor.
Geniş caddeler insanlara değil araçlara hizmet ediyor ve amaç olarak da insanı gösteriyor.