Yazının başında Türk Lirasının yılın başından beri ABD Doları'na karşı yüzde 45 değer kaybettiğini belirttik. Son bir aylık süreçte bunun etkisiyle sürekli yükselen fiyatların etkisiyle birçok üründe yeni fiyatlandırmalar yapılıyor ve para henüz cebe girmeden eriyor.
Ekonomistlere göre, TL'deki çöküşün en büyük sebebi, Türkiye'nin faizleri düşük tutarak ekonomik büyümeyi ve ihracat potansiyelini rekabetçi kur ile sağlamak yönündeki politikası. Yani yazının başında iktisat siyasetinin birinci maddesine tekabül eden bir durum söz konusu.
Ancak yaşananları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendi ifadesiyle "Ekonomik Kurtuluş Savaşı"nı sürdürmekte kararlı.
Peki, neden ekonomistlerin daha çok enflasyon, yüksek işsizlik ve yoksulluğa yol açacağı uyarısında bulunmasına rağmen politikalarını sürdürmekte ısrar ediyor?
Bu politika, ekonominin genel geçer teorisine aykırı olması nedeniyle "katı kuraklcı olmayan" bir yaklaşım olarak tanımlanıyor. Çünkü çok sayıda ekonomiste göre yükselen enflasyon ancak faizlerin artırılmasıyla kontrol edilebilir. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a göre faiz, "zengini daha zengin, fakiri daha fakir" yapan bir unsur.
Ancak gelin görün ki “yağmurun denizin üzerine yağması” gibi yaşanan mevcut durum elinde dövizi, gayrimenkulü ya da taşınır malı olanlar; faizden daha çok bir parayı çok kısa bir zamanda kazanmasına neden olmadı mı?
Kendi yağında kavrulma telaşındaki mutsuz çoğunluk ve esnaf bu durumdan daha çok etkileniyor.
Evi olmayan biri için ev almak hayal olmanın da ötesine taşındı bu süreçte.
Peki, buna karşı alınan tedbirler ne?
Türkiye'de yıllık enflasyon yüzde 21'i geçti. Merkez Bankası ise geçen ayki son toplantısında faizi yüzde 16'dan 15'e düşürdü. Bu yıl toplamda 3 ya da 4 kez defa faiz indirimi gerçekleştirildi.
Diğer yandan enflasyon, pandemiyle beraber çok sayıda ülkede yükseliş trendinde. Bu yüzden merkez bankaları faizlerini artırma yoluna gidiyor. Ancak, düşük faizlerle enflasyonun da sonunda düşeceğini ileri sürüldüğü için Türkiye'de bunun tam tersi yaşanıyor. Son iki yıl içinde üç TCMB başkanını değiştirildi. Geçen hafta ise Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan istifa etti, yerine Nureddin Nebati atandı.
Elvan'ın, "Enflasyonda maalesef arzuladığımız seviyede değiliz. Hedeflediğimiz büyümenin ön koşulu fiyat istikrarından geçiyor" sözlerinin ardından hükümet ile görüş ayrılığı yaşadığı öne sürülmüştü. "Enflasyonla mücadelede kararlı olduğumuz sürece döviz kuru istikrara kavuşacak, ülke risk primi düşecektir" sözleri ise Elvan'ın Merkez Bankası'nın faiz düşürmesinden yana olduğu algısını ortaya çıkarmıştı.
Yaşanan döviz artışıyla; ekonomisi gıdadan tekstile birçok malın üretilmesinde ithalata dayalı olan Türkiye için bu ‘fiyatların daha da artması’ anlamına yol açıyor.
Türk mutfağının en temel malzemelerinden biri olan domateste bile bunu görmek mümkün. Domatesi yetiştirmek için çiftçilerin ithal edilen gübreyi, üretilen malın taşınması için mazot satın alması gerek. Domatesin fiyatı ağustos ayında yıllık yüzde 76 arttı.
Birçok üründe üst üste zamların yaşandığı durumda, üretim de durma noktasını zorluyor.
Ve tüm denilenlerin aksine “zengin daha zengin, yoksul daha da yoksullaşıyor” bu kurtuluş savaşında. Devam Edecek; Çin modeli mi, Alman Modeli mi?