İkinci yaklaşım, genelde ana akım iktisatçılarının ve pratisyen/piyasa iktisatçılarının yaklaşımıdır. Bu görüş, ülkedeki temel mevcut sorunu bir makro istikrar sorunu olarak kodlar. Piyasaları referans alan, problemleri merkez bankası bağımsızlığına, beklentilerin bozulmasına, belirsizliğin artmasına ve politikacıların kötü yönetimine indirgeyen bir yaklaşımdır. Elbette, Türkiye’de bugün bu bahsi geçen türden sorunlar fazlasıyla mevcut, yani ciddi makro istikrar problemi olduğu açık. Fakat bu görüşün ima ettiği şey makro istikrar sağlamanın yeterli olduğu şeklindedir. Bunu da büyük oranda Derviş programı benzeri bir programı tavsiye etmelerinde de görüyoruz. Temel mesele, fiyatların istikrarıdır, yani enflasyon, faiz ve döviz kurunun istikrarıdır. Bu anlamda istikrar elbette önemlidir. Fakat insanların refahındaki genel düzey ve değişimin ihmal edildiği açık, sadece makro istikrarın bunu sürdürebilir ve katlanabilir kılmasına dikkat kesilir. Örneğin, ücret düzeyinden çok, ücret artışlarının enflasyonu yükselteceği korkusu çok daha egemendir. Çünkü emeği bir maliyet olarak görme eğilimi daha baskındır, bu yanıyla birinci tarz-ı iktisatta olduğu gibi büyük oranda firma perspektifi hâkimdir. Cari açığın bir değişken olarak görülmesinde olduğu gibi, burada da fiyat istikrarı sadece bir değişkendir ve içinde insana dönük sahici bir refah kaygısı yoktur.
Burada şunu söylemek isterim, bu görüşün temel perspektifi ülkede şu an içinde bulunduğumuz istikrarsız döneme ait taleplerle sınırlı değildir. Bunun bugünlerde daha fazla dillendiriliyor olması sadece bu döneme ait düşünceler olduğu izlenimi yaratmasın. İstikrarcı makro iktisatçıların kısa dönem perspektifi özünde uzun dönemlidir. Yani kısa dönem bu anlamıyla uzun dönemden ayrı değildir, hatta aynıdır. Çünkü her dönemde önemsenen sadece enflasyonun, beklentilerin veya en genel anlamıyla ekonominin istikrarıdır ve belirsizliğin azaltılmasıdır. Fakat şu gerçek ki, ne kadar istikrar önemsenirse o kadar temel kamusal refah sorunları ihmal edilir. Bu görüşün, temel refah sorunlarını dikkate almadan sadece temel makro istikrara odaklanması bana Adorno’nun “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünü çağrıştırır. Yanlış bir yapı içinde doğru şeyler yapma zor olduğu gibi, sonuç da vermez.
Bu görüşün, kamusal refahı dikkate almadan sadece acıları sürdürülebilir kılmak için üzerinde inşa edilen görünür istikrara atfettikleri abartılı önem çok açıktır. İstikrar piyasaya atfedilen önemi temsil eder ve buna göre, iktisadi hayat mekanik ve teknik bir piyasa mekanizmasına indirgenir. Tabii ki her sorun formüle edildikten sonra çözümü tekniktir, ama ilk önce sorunun ne olduğuna karar verilmelidir. Bu anlayışta da ilk görüşte olduğu gibi, farklı aktörler yoktur, tekelleşme yoktur, finansallaşma ciddi bir problem değildir, gelir dağılımı zaten problem değildir. Var olan tek şey piyasadır ve onun istikrarlı işleyişidir. Burada da ilk görüşte olduğu gibi, kırıntı perspektifi çalışır. Bu sefer kırıntı “makro istikrar penceresi”nden serpiştirilir. İstikrarın önemsenmesi dünya genelinde ortaya çıkan finansallaşma ile uyumlu bir süreçtir. Ekonomi finansallaştıkça kısa dönem öne çıkar ve böylece istikrar talebi daha fazla dillendirilir. Merkez bankaların bu kadar öne çıkmaları tesadüfi değildir. Denebilir ki, istikrarı sağlamak daha adil, etkin bir sistemi kurmaya engel değil, hatta bunun ilk koşuludur. Bu doğrudur, fakat normal dönemlerde dahi istikrar dışında konuların gündeme getirilmiyor olması, bunun konjonktürel bir talep olmadığını, temel bir referans olduğunu gösterir. Mevcut sorunlar istikrar şemsiyesi altına alınamayacak kadar çetrefilli ve sorumluluk almayı gerektiren konulardır.
Dahası, bu yaklaşımda sorunları büyük oranda iktisadi sonuçları üzerinde görme eğilimi vardır. Adeta faili olmayan sonuçların analizi yapılır. Böylece analiz çerçevesi politik olandan uzaklaşır amorf bir piyasa istikrarına indirgenir. Politik davranış dâhil edilmediğinde veya sosyal refah dar tutulduğunda analizler karmaşık görünen ama özünde basit mekanik denge analizlerine dönüşür. Bu yüzden de çözüm önerileri büyük oranda makro istikrarın ötesine geçmez. Bu, yaşadığımız ülkenin mevcut derin iktisadi problemleri standart iktisat çözümlerinin yeterli olacağını düşündürtüyorsa bu ciddi bir yetersizlik durumudur. İktisatçıların kafalarında piyasa-dışı araçların kullanılabileceği seçeneğinin olmaması çözümün alanını da daraltmaktadır. Yarın: Üçüncü Yaklaşım