Edip Berk, Didem Arslan Yılmaz eleştrisini ‘Yüzünü Kaybeden İnsanlar’ başlığıyla şu şekilde yapıyor: Canlılar içinde insan türü memeli, omurgalı sınıfta yer alır. Zaman içinde bu tür farklı ırklara evrimleşmiştir. Hatta bu ırklar da kendi içinde farklılaşarak başka başka diller ve kültürler geliştirmişlerdir. Dillerin temelini oluşturan 150’den fazla sessiz harf ve 49 sesli harf içeren bu çeşitlilik aynı zamanda farklı gramer yapılarına da sahiptir. Kürtçe de geçmişi on bin yılı bulan Hint-Avrupa ailesinde yer alan bir dildir. Yani, bilinmeyen doğu dili değildir.
Son ırkçılık atağını yapan Didem Aslan Yılmaz da Sivaslı Alevi Kürt bir aileden geliyormuş. Aslında kaşları, gözleri, yüz yapısı, hatta ses tonu ve konuşma tonlamasından da bu durum kolayca anlaşılıyor. Ama artık kaşları, gözleri, yüzü yok, kimin suratını eklerseniz o yüze oturur, çünkü yüzünü kaybetme pahasına ırkçılık yaptı. Irkçıların yüzleri hep aynıdır, mat gözler, donuk bakışlar, soğuk bir ses, hem aşağılık hem de üstünlük kompleksini içeren yere dönük surattan yukarıya kibirlenen bir eda ile kendini gösterme duruşu ırkçılarda tipik bir davranış kalıbıdır. Didem Aslan Yılmaz yıllarca tartışma programı sunmuş, sunuculuğunu yaptığı programlara hakim olamayan ama iyiniyetle çabalayan, vasat giyinen ve herkesin benimseyebileceği sadelikteki yüzünü bildiğimiz zarif ve güzel bir insandı, ama artık kendi yüzü yok, benzer özellikleri gösteren herhangi bir ırkçının herhangi bir maskesi yerleşebilir yüzüne.
Berk’in eleştirisine katkı sunan Mehmet Aslan, kanayan yaraya dokunarak şunları yazıyor:
Aslında verilecek en iyi yanıt "bilinmeyeni" bilinir hale getirmek. "Bilinmeyen" demekten kastım başka... Binlerce yıllık köklü bir lisan için böyle diyen biri sadece kendi cehaletini ifşa eder. Yukarıda bahsettin 3 harfli isme ve onun gibi bu parantezde olanlara, "gel etme eyleme" diyecek halimiz yok. Cahil, yatağını değiştirmediği sürece oradan akmaya devam edecektir. Ve suyun akış yönünü değiştirmek de emek ister. Öyle 3, 5 yıla olacak kolay işler değil. Cahil için değil ama habitatımız için şu "bilinmeyen" meselesini bir netleştirmek gerekiyor.
Geçen hafta İsmail Beşikçi hoca gelmişti Ankara'ya. Bir arkadaşım arayıp söyledi ve birlikte ziyaretine gittik. Ortamdaki herkes Kürt'tü. En başta, herkes kendisini Kürtçe ifade edebilmek için çabaladı. Ortamda çok iyi konuşan 2 kişi vardı. Ben ne yazık ki konuşmalara çok katılamadım. Kısa Kürtçe cümlelerle durumu kurtarmaya çalıştım. Ankara'nın Haymana ve Bala ilçelerini bilirsin çoğu sürgün Kürtler'den oluşur. Balalı bir arkadaş Kürtçe konuşmak için çok çırpındı ve araya çokça Türkçe kelime kattı. Daha sonra da bu durumdan utandığını söyleyerek "kusura bakmayın" dedi. Çok iyi konuşan yaşlıca bir abi onu teselli etti. Dedi ki, senin bu "gelmiş dîkîm", "gitmiş dîkîm" diye konuşman bile Türkçe konuşmaktan iyidir; çünkü senin çabanı ve niyetini gösterir. Bunu fanatik bir tarzda söylemedi.
Demek istediği şuydu; çok iyi yüzmesen de suyun üstünde kalman bile önemlidir. Mesela ben bu satırları ne yazık ki Kürtçe yazamıyorum ve kendimi Kürtçe bu düzeyde ifade edemiyorum. İşte asıl "bilinmeyen" meselesi burada. Yoksa yukarıda söylediğin D.A.Y isimli şahıs veya kısaltması 2, 3 harften oluşan diğer milyonlarca insanın sorunu değil. Ne yazık ki bizim sorunumuzdur. D.A.Y'nin yüzünü kaybetmesini çok güzel ifade etmişsin. Güzel bir metafor olmuş ama asıl problem bizim yüzümüzü kaybetmemizle ilişkili. Çok uzatmadan, daha önce sana anlattığım kısa bir şey paylaşmak istiyorum. Bu yorumu okuyan arkadaşlarımız da lütfen burayı dikkate alsın. Bizim evde Türkçe konuşulurdu. Babam Zaza'ydı ama onu tanıma şansı bulamadım. Bizden ayrı oturan ve çok sevdiğim babaannem (dapir) vardı. Çok farklı bir insandı. Yaşadığı tek göz odasına ve yoksulluğuna rağmen sarayda büyümüş gibi inanılmaz asaletli bir insandı. Sık sık ziyaretine giderdim onun. Türkçe'yi anlar, çat pat da konuşurdu. Ben daha ilkokuldayım. Okuldaki yönlendirmelerin de etkisiyle, bir gün dedim ki ona, "dapir niye Türkçe konuşmuyorsun". Bana dedi ki; "lajêmin ez vazena sima zimon pi xwuvirmeku" Yanlış yazmış olabilirim ama dediği şuydu, "oğlum, ben babanızın dilini unutmanızı istemiyorum". Sevgili Edip, sadece bu, inan sadece bundan dolayı Zazaki'yi unutmadım. Dapir bir kapı açtı bana ve hala o kapı açık duruyor. Sanırım Dapir'in yaptığını ben dahil çoğumuz yapamadık ve "bilinmeyen" meselesine su taşıdık. O nedenle o üç harfli ismin söylediklerini ve hissiyatını önemsemedim. Üç harfli ablanın cehaleti için yapacağım tek şey ona üzülmek olur ki o da zaman kaybıdır. Yapılacak şey dil öğrenme platformlarını çoğaltmak, etkin hale getirmek ve özellikle çocukların kulağına Dapir'in yaptığı gibi doğru cümleyi fısıldayarak, yönlendirmek olmalı. Ve de, en başta kendim için söylüyorum, güçlü bir şekilde dilimize sahip çıkmalı ve öğrenmeliyiz.