Foto: Arşiv
Kayınbabam geçmişte yaşadıkları yokluk üzerinden bugünkü anlamsız çokluğa, lüzumsuz harcamalara göndermeler yapan ilginç birkaç hatırasını aktarırken, benim geçmiş ve bugün ile ilgili yargılamalarıma da bir yol açtı.
O, her şeyden önce ayrıntılara boğmadan detaylar veren bir bilge edasıyla tane tane anlatan iyi bir hikaye anlatıcısı.
Tüp sırası, gazocakları, rençberlik zamanları, toprak sahiplerinin vicdansızlığı, savar ve kuru soğanlı yemekleri, velhasıl bir bütün olarak yokluk zamanının bellekten silinmeyen acı hikayelerinden oluşan bir zaman manzumesi.
Onu dinlerken yokluk zamanlarının şahidi olur, kah üzülür, kah güler, kah düşünürüm.
Muhabbet nereden nasıl vardıysa 40-50 yıl önce bebeklerin altını nasıl bağladıklarını anlatmaya vardı.
Elde olanların kıymetini bilmemek üzerine hafızayı beşere geçmişten anlamlı bir gönderme.
O’nun ağzından ve aklımda kalanlarla şivesini ve yok olmaya yüz tutmuş kelimeleri koruyarak aktarmaya çalışacağım.
…
Bizim bahçede hemen derenin diğer tarafında eşimin amcası İsmail Çavuş’un sınırlarında kırmızı toprak vardı. Rahmetlik anam, eşim dahil diğer gelinler de gider toplardı. En başta toprağını taşını-irisini ayıklamak için halbirde elerlerdi. İyice bir elden geçirdikten sonra kalanları saca koyarlar, sonra kızdırılmış tandırın üzerinde adam akıllı kavururlardı. Hem yaş kalıp çocuğa zarar vermesin, ishal etmesin, hasta etmesin diye iyice kavurduktan sonra bir teneke ya da sandığın içinde muhafaza ederlerdi.
Ne vakit ki çocuğun altını temizlemek değiştirmek icap ederse; erkek olsun kız olsun bebek bezinin üzerine serilir poposuna denk gelen yere, bir kısımda önüne, edep yerlerine bırakılırdı.
Buradaki amaç çocuk altını ıslattı mı, pisledi mi, üstüne başına dağılmasın, pişik olmasın diyeydi. Hem çiş hem de kakasını toprak emer çocuğu aciz etmezdi o toprak. Çocuğu güzelce sarar bağlarlardı. Ne vakit ki bebek uyandığı zaman açarlardı tezelerlerdi dibini, eskisini atarlardı. Erkek olsun kız olsun en büyüğünden en küçüğüne kadar bu böyle devam ederdi. İmkanı yok çocuğu da açık bırakmazlardı, sarap sarmalarlardı bu zaman içinde.
Eskiden şimdiki gibi bebek bezlerimi vardı? Şimdi naylonlarla hazır şeylerle sarıp sarmalıyorlar, pudraydı, pişik kremiydi bir sürü para, hem de sağlıksız.
İnsanlar büyüklerinden öğrendikleriyle hiçbir şeyi ziyan etmeden, daha sağlıklı şekilde faydalanırdı çevresinden.
Rahmetlik anam gelinlerine toprak elenirken bir kısım taşları içinde bırakacak şekilde halbır yapmalarını isterdi. Toprak biraz iri olsun dıgıl olsun ki bebeğin kalçasına batsın da oluşan girintiler etle dolsun diye tembihlerdi.
Bunu hemen hemen her ev yapardı. Hatta Adilcevaz’da atlarla eşeklerle gelip İsmail Çavuş’un çeperindeki sınırda kalan toprağı yükler götürürlerdi.
Bebek toprağı derlerdi oradaki toprağa, bebek sahibi olan herkes gelip alırdı buradan. Başka toprak değil illa oradaki topraktan olacak. Niye orası bilemedim ama gelip alırdı yetişenler.
Yokluk mu diyelim anlamadım; bebek daha o zaman toprakla haşır neşir olurdu. Isıtmadaki mantık da hem toprağın soğuğunu almak hem de hastalığa sebep olacak belki börtü böcek haşerattan arındırmak.
Hazıra dağ dayanmaz derler büyüklerimiz. Hazırı tüketmekte kabiliyete eren, alt aidiyetlerini hızlıca yitiren insanlığa geçmişten bir gönderme.