Beraberliğimizi sürdürdüğümüz bir Çarşamba gününden hepinize sağlıklı ve mutlu günler okurlarım.
Bugün sizlerle yazı ve yaşantı arasındaki duygudaşlıktan bahsedeceğim.
Kaçak çayın verdiği tadı, Diyarbakır surlarında dolaşmanın verdiği hazzı, yazılarımdan almanız dileğiyle;
Sosyo-psikolojik ekonomik buhranlar, zaman zaman insanı kağıt ve kalemden uzaklaştırsa da onları birbirinden koparamıyor. Yaşamsal yorgunluklara stres döneminin aksaklıklarına rağmen yaşamını idame ettirdiği süre boyunca hep yazmış ve yazmaya da devam ediyor insanoğlu. İnzivaya çekilip, biraz ara vermek isterken bir bakmışsın duygu ve düşüncelerin kafana kalem dayamış, al yaz diyor.
Ve sözcükler ardı sıra dizilmiş.
Ben de yazmaya verdiğim bir müddet aradan sonra yine,yeniyeniden kalemle buluşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Seversin yazarsın, coşku hisseder yazarsın, acı çekersin. Acı acıyı yazı sancıyı dindirir; der. Yine yazarsın. Serotonin hormonunun üst düzeyde olduğu zamanlarda bile yazmak istersin o yüzden yazmaya sadece ara verebilirsiniz. Bilimin sanatın uygarlığın hüküm sürdüğü global dünyamızda yazı yazmaya jübile yapmak kesin kes imkansızdır. Bela misalidir yazı yazmak, diğer tür belaların aksine tatlı bela. Nereye kaçarsan kaç. Hangi deliğe saklanırsan saklan o tatlı bela seni bulur ve kalem bir bakmışsın tekrar parmaklarının arasında.
Çatı katında inziva hayal artık.
Haydi masa başına.
Buraya kadar herşey güzel.
Düşünüyoruz düşünmesine, yazıyoruz yazmasına da bu yazdıklarımız ve yaşantılarımız birbirleriyle ne kadar uyumlu.
Kavuşamayan iki düğme, birbirlerine kontrast iki olgu mu?
Yada tamamıyla yaşantımızı mı yazıyoruz?
Yazı ve benliğimiz arasında her zaman bir yakınlık derecesinin olması gerektiğini düşünür ve bu denli yazarım. Kelimelerimi hep beraber üzüldüklerimden, sözcüklerimi beraber ağlayıp beraber güldüklerimden seçerim. Bu yüzden okuru okey masasından, televizyon başından kaldırıp, gazetenin başına geçirtip, yazıyı okumalarını sağlamışımdır hep.
Fransız düşünür Ö.L. Dickson ile yazı yazma konusunda aynı paradigmaya sahibim. “bir yazı, bizde ancak kendi malımız olan fikirler doğurmak şartıyla faydalıdır” diyen düşünür, faydalı bir yazı yazmanın hamurunun yaşantımız mayasının ise bizler olması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.
Yerden göğe kadar haklı dickson.
Yaşantımızda yer almayan, fikirlerimizi aşılayamadığımız, duygu ve düşüncelerimizin sözcüsü olmayan, yaşantılarımızla arasında kontrast olan yazılarımız, realiteden yoksun kalır. kağıda sıçramış bir mürekkepten başka bir mana barındırmaz. Ve böylelikle yazar ve eseri arasındaki duygudaşlık ahengini göremeyen okurun ilgisizliğine maruz kalır.
Yazılarımız duygu ve düşünce kimliğimizin yansımasıdır.
Kalemimizin ucuyla, dilimizin ucunun birbirinin tamamlayıcısı olduğu günlere.....