Saate bakamıyordu ama gece ortası olduğunu hissediyordu.Geçici barınma yeri yaşadığı dönem gibi kapkaranlıktı.Zaman olarak hem güneş etrafında hem de kendi etrafında dönen dünyanın karanlık tarafındaydı. Bunun uzaysal zaman için bir anlamı yoktu. O anda dünyanın aydınlık tarafında da olsa güneş için aynı zaman’daydı.
Çünkü güneş için sonsuz uzayda daha başka bir zaman söz konusuydu.Ve onun zamanı ne güneşin ne de muktedirlerin umurundaydı.
Ve şu anda uyuyabilenler bir kayıp zamandaydı. Kimi şafak sökerken kimi güneş yükselmişken uyanacak ve şimdi ki zamanın farkında olmayacaklardı.
Uzayın aynı koordinatlarında yaşamayan herkesin zamanı ondan farklı akıyordu. Kendisine sorduğu ‘Hangi zamanla yaşamalıyım?’ sorusuna bir yanıt bekliyordu. Ve bu beklemekle geçen zaman kendi gönüllü tecridini belirsizleştiriyordu.
Belki ‘ortak değerler de buluşamadığı’ herkesonu tecride ve zaman arayışına sürüklüyordu. Ama şahsi tecridi bir başına kolay yaşanmıyordu. Çünkü herkesin içinde zamanı, ilişkilerden ve modern teknolojiden kurtarmak kolay değildi. Ortak değerler de onunla buluşmayanlar, ortak sorunlara gelince asla ondan vazgeçmiyorlardı.
Meselelerin başında yokken, meselelerin sonun da hep var ediliyordu. Bu yüzden başka bir zaman’a kaçmak istiyordu.
Zaten kendini herkesten zamanından uzaklaşmış hissediyordu. Mesele son depremin alamadığı bedenini başka bir zamana aktarabilme çabasıydı. Ama hala zorunlu yaşadığı, kimilerinin ‘coğrafya’ dediği bir doğa’sı vardı. Ve onunla herkesten ayrı bir anlaşma yapmak isterdi. Ama arada acımasız davranan doğanın onunla özel bir anlaşması yoktu.
Şimdiki zamana denk gelen bir anda gelen davetsiz deprem onu herkesten ayırmamıştı. O da diğerleri gibi sarsılmış, korkmuş, ölümle yüz yüze gelmiş, pencereden atlamayı düşünmüş, unuttuğu duaları hatırlamış ve herkes gibi gece kıyafetleriyle dışarıya kaçmıştı.
Elbette deprem kimseden kimlik sormamıştı. Ve herkesi içinde yaşadığı apartman bloklarının ortasında ki alanda bir araya getirmişti.
Orada ilk defa yüzünü gördüğü komşuları vardı. Ama tanıdığı ve görmek istemediği komşuları da vardı. Selamlaştığı komşuları da vardı.
Herkes bir aradaydı ve herkes birbiriyle çok samimi konuşuyordu. İlginç olan ona normal zamanda selam vermeyen komşularının kendisiyle dertleşmesiydi.
Deprem sanki yeni bir zaman ve yeni sosyal ilişki ortaya çıkarmıştı.
“Çok şiddetliydi. Bina yıkılacak sandım!”
“Sakın içeri girmeyin, artçı sarsıntılar binayı yıkabilir!”
“Hayret komşu, böyle üç yıllık bina sarsıldıysa kim bilir diğer binalar ne durumda!”
“Hepimize çok geçmiş olsun. İnşallah çok kimse ölmemiştir!”
Depremin ortaya çıkardığı sosyal ortamın ilk bölümü böyle sitemkar ve insani geçiyordu. Ama zaman değişiyor, depremin ilk şoku hafifliyor, komşuları öfkeleniyor bu defa hesap sorma dönemine giriliyordu.
“Binalarımızı depreme dayanıklı yapmamışlar!”
“Müteahhit kesin malzemeden çalmıştır. Arsa sahibine dairelerin yarısını veriyor. Gerisinde kazanması için malzemeye yükleniyor. Bunun hesabını müteahhitten soracağım! Mahkemeye vereceğim!”
“Devlet denetlemiyor. Görevini yapamayanları da vereceğim! “
“Rant, rüşvet, torpil ve depreme dayanıksız binalar. Mutlaka hesap soracağız! ”
Ve depremin şoku uzaklaşıyor. Cep telefonlarıyla yapılan konuşmalar ve mesajlaşmalar ile komşular yavaş yavaş olağan zamana geri dönüyor. Hesaplaşmanın ağırlığını ve bedelini hisseden komşular kaçma senaryolarını konuşuyor.
“Köyde yazlık evim var. Oraya gideceğim.”
“Uçaklar çalışıyorsa Ankara’ya gidecem.”
“Ben de yukarı çıkıp eşyalarımı alıp köy deki akrabalarıma taşınacağım.”
“Benim gidecek bir yerim yok ama herkesin kaldığı güvenli bir yere geçecem.”
Ve gerçek çember yeniden beliriyor. Evine dönüp uyuyan bile var.Kendisi de evine çıkarak artçı sarsıntılar eşliğinde zaman arayışlarına geri dönüyor. Birkaç saat önce deprem olurken durum neydi şimdi ne oldu diye kendine soruyor?
Ve herkes neden normaline döndü diye kendine soruyor?
İçinden bir ses herkesin çemberindeysen sen de onlar gibisin diyor. Ve o çember kaderindir diyor.
Vegünler sonra herkes çemberine geri dönüyor. Köye dönen birkaç gün sonra geri dönüyor. Şeri dışına çıkan da gerigeliyor. Ama hasarlı evler de yaşam eskisi gibi olmayacaktır. Ve de ağır aksak ta olsa hesaplaşma dönemi başlamaktadır.
Böylece deprem herkese ortak zamanı ve ortak acıları şiddetle hatırlatmış oluyordu.
Aynı zamanda ve aynı çemberde, yan yanayken birbirinden kaçtılar. Sonra depremle yan yana olmak zorunluluğunu hissettiler.
Ve ‘ortak değerleri’ne sahip çıkamayanlar,‘ortak sorunları’nınetrafında bir arada olmak zorunda kalmanın ağırlığını yaşıyorlar ve de yaşayacaklar.
Şafak sökerken, gökyüzünde ki yeni fark ettiği kızıl bir yıldız ‘herkesten kaçabilirsin ama ortak acılarından asla’ diyor ve gerçek zamanı ona hatırlatıyor.