Elbette ikinci diplomasını sosyolojiden almasının bir anlamı vardı. Yaşadığı toplumu çözümleme diye bir derdi olduğuna inanıyordu. Hala anlamlandıramadığı birçok toplumsal ilişki kafasını kurcalıyordu.
Ama bu toplumsallık sevdası ve ikinci diploması onu işsizlikten kurtaramadığı için soluğu önce İşkur’da aldı. Ancak eski iş süreçleri yüzünden olumlu bir cevap alamadı. Sonra bir komisyoncu aracı vasıtasıyla kente uzak tekstil firmasında işe başladı.
On sekiz yaş civarı genç kızların ağırlıkta olduğu, şimdilik pantolon üretilen fabrikada ona uygun görülen ortacılık denen işti. Toplumsal süreçlerde ‘ortacılık’ kavramını hiç hazzetmezse de, fabrikada ‘ortacı’ olmaya mecburdu. Hem ustabaşı işini iyi yaparsan makinacılığa terfi edersin demişti. Elbette terfi için laboratuvar teknikerliği ve sosyoloji bitirmesinin, muhalif olmasının, toplumcu düşünmesinin bir manası olmayacaktı. Her şey üretim bandları arasında iyi bir ortacı olmakla ilgiliydi. Aylarca iyi çalışarak belki makinacı, belki ütücü, daha sabit bir işi hak edebilirdi.
Nihayetinde kendisinden genç ustabaşı denen uzun boylu sert bakışlı adamın gözüne girmek için çabalayacaktı. Fabrikada aralıksız arabesk ağırlıklı müzik çalıyordu. İşçileri ruhen dinlendirmek miydi yoksa incinen duygularına hitap etmek için mi çalınıyor, anlamaya çalışıyordu. Arada kentte çalınırsa mahkemelik olacak Kürtçe parçaların çalınması elbette anadilleri Kürtçe olan genç kızlara yapılan bir incelikti.
Yüksek sesli arabesk müzik altında makinalarda çalışan kızlara kesikli kot pantolon parçası veriyor, onlar makinalarda dikildikten sonra başka bir kıza ütülenmesi için iletiyordu. Tabii ki bu iş için ayakta olması gerekiyordu.
Dikişsiz pantolonu verdiği kızla bir göz teması yoktu. Ama ütüdeki başörtüsünün altından sarkan kıvırcık siyah saçlı kahverengi gözlü sıska kızla arada göz göze geliyor ama bunu önemsemiyordu.
Çünkü patronlara ne kadar artı değer kazandırdığı ile ilgileniyordu. Belki de burada çalışması toplumbilimciliğini geliştirecekti. Ama toplumsal düşüncelerinin davranışlarına yansıdığını ve bunun ustabaşılarca not edildiğinin farkındaydı.
Derken ustabaşı işe giriş muayenesi için kendisiyle birlikte beş kişiyi, pimapen tahta karışık küçük dar bir odaya götürdü. Odadaki malzemelerden buranın revir olduğu anlaşılıyordu. Doktor onlara kapıda bekleyip sırayla girmelerini söylerken o bir araştırmacı, bir gözlemci gibi her şeyi izliyordu.
Dinlenme saatiydi, müzik ara vermişti. İçeride konuşmalar olduğu gibi duyuluyordu. Doktorun hiç ameliyat oldunuz mu sorusuna genç tekstil işçisi estetik amaçlı burun ameliyatı olduğunu söylemesini duyması algıda seçicilik miydi?
Sonra bir diğer ve sonra bir diğer de aynı şekilde burundan estetik ameliyatı oldum diyordu. Asgari ücret bile alamayan bu genç kızların estetik için parayı nasıl ve neden biriktirdiğini anlamaya çalıştı.
Maaşlarını kendileri alamayanlar, eline geçeni nasıl biriktirmişlerdi? Yoksul aileleri bu ameliyata neden izin veriyordu? Ev ekonomisinde estetik ameliyatların yeri neydi?
Dayanamadı, başörtülü uzun boylu kıza.
“Burun ameliyatı pahalı değil mi?” diye sordu.
Karşılığında hafifi bir tebessüm dışında yanıt alamadı. Hem kendisine neden cevap versindi? Burada sadece vasıfsız bir işçiydi. Tartışmak hatta sohbet etmek buraya uygun değildi. Laboratuvar teknisyenliği dönemindeki sendikal mücadelesini hatırladı. Bu yüzden işinden ihraç edilmişti ve o günler geride kalmıştı. Bir de burada ki gerçekliği karşılaştırdı. İşin içinden nasıl çıkacaktı?
Burun estetiği kızlar için neden bu kadar önemliydi. Sosyolojik açıklaması neydi?
Çalıştığı birinci bantta dikili pantolon verdiği kızı ona bakışı gittikçe sertleşiyordu. Bir tuhaflık seziyordu. Onunla konuşsa belki iyi olacaktı.
O gün işe uykusuz gelmişti. Ayakta zor duruyordu. Tam pantolonu ona veriyordu ki genç kızın sağ elinde kırık bir tuğla parçası olduğunu fark etti. Bu tuğla parçasının elinde ne işi var diye düşünüyorken tuğlanın burnuna geleceğini asla tahmin edemezdi.
Kendine geldiğinde revirdeydi ve burnuna yığınca gazlı bez konulmuştu.
“Burnun kırılmış. Sen kıza ne yaptın ki böyle vurdu?” diyordu revirde ki doktor.
Ne yapmıştı, bilmiyordu? O günlerce sadece üretim ilişkisi, artı değer ve sermaye birikimini düşünerek çalışmıştı. Elbette bir kaç kez göz göze geldiği olmuştu. Ama bunun için burnundan tuğla yemesi gerekmiyordu
Jandarma ifadeye götürürlerken genç kız titriyordu.
“Şikayetçi değilim!” dedi
Genç kız şaşırmış ve rahatlamıştı. Evet, sosyolojik ve sınıfsal açıdan baktığında zaten şikâyetçi olamazdı. Mesele neden tuğla ile burnunun parçalandığını toplumsal olarak anlamaya çalışmasıydı. Elbette genç kız ona bakarken sadece toplumsal düşündüğünü, kendisi hakkında hiçbir fikri olmadığını nerden bilsindi.
“Bana bakışlarından rahatsız olmuştum. Ama yanlış anlamışım. Adam bana bakarken de başka şeyleri düşünüyormuş. Yanlış anlamışım, hakkını helal etsin.” diyen kızın söylediklerinin toplumsal açıklaması var mıydı? Kuşkusuz insan kaynakları müdürü kendisiyle ilgili ona bilgi vermese, o ifadeyi de vermeyecekti. Ve şiddet kültüründe büyüyen genç kıza neden bana hiç sormadın, hiç konuşmadın diyemezdi. Elbette meselenin basit bir yanlış anlama olmadığını, hakkında bir bilinç ve davranış oluşturulduğunu da biliyordu.
İki gün sonra işe burun tamponuyla gitti. İnsan kaynakları müdürü yerini değiştirmişti. Ama yine ortacıydı. Ve o üç estetikçi kızlarla konuşma isteği vardı. Şimdi toplumsal çözümlemeler yerine burnunun sağlığını düşünmeliydi.
“Abi eğer burnunun estetik yapacaksan sana yardımcı olalım. Burnumuz yapan doktor çok iyi biri. Müsaaden varsa o kız ameliyatın için sana destek olmak istiyor. Ama kimseye söylememek şartıyla. ”
Öyle de olacaktı. Asgari ücretle çalışan burun estetikçileri kervanına katılırken hala meselenin toplamsal tarafını irdeliyordu.
Belki de toplumsal çözümlemelerde burun farkıyla önde olmak ona ağır geliyordu. Ve belki de fabrikada sadece ortacıydı ve şimdilik öyle kalmalıydı.