Kar haberlerine rağmen bulutlar kentin üzerinden güneye gidiyor. Yeni bir yıla girerken göğe bakmaya çalışıyor. Bir kaç saat sonra güneş sisteminde dünya bir döngüsünü daha tamamlayacak.
Bunun Samanyolu, galaksiler, takımyıldızlar, göktaşları, karadelikler, karanlık ve sonsuz uzay için ne anlamı olabilir?
Dünyanın bir döngüde ne kadar tükendiğini bilmese de, her döngü sonrasında insanın tükeniyor oluşuna ürperiyor. Etrafında kent sakinlerinin yeni yıl coşkusuyla koşuşturması ve yeni döngüye daha iyi olmak için umut etmesi çabasını izlerken de sakinleşiyor.
Yine de yaşlanma gerçekliği yakasını bırakmıyor. Ortalamanın üstünü geçmiş bir insanın tüketilmiştik seviyesi toplumsal konumuyla alakalı olarak değişiyor. Zengin, ünlü, şeyh gibi din adamı, devlet adamı için bedensel yaş, tüketilmişlik toplum tarafından gözardı ediliyor, biyolojik yaş görmezden geliniyor.
Fakat, velakin şu anda kendisi gibi sur dibin de güneşlenen park işçisi gibi nüfuzu olmayan emekçi , işsiz, vasıfsızlar için takvim yaşı belirleyici oluyor. Ve yaşından başından utan muamelesiyle sıkça karşılaşıyor. Gerçi onlar genç olsalar da başa türden azarlanacaklar, özcesi her yaşta eşitsizlik devam ediyor.
Gezegenler arasında da bu durumun yaşandığından emin olmasa da, evrenin adaletsizliği şüphesini artırıyor. Seksenlerin ortasın da, yeni bir yıla takvim yaşlarında ki bu adaletsizlik duygusuyla giriyor. Bu düşünceler kafasına neden giriyor? Nasıl önleyebilir, bilmiyor? Belki arkadaşlarıyla surlarda yapacakları demlenme iyi gelebilir. Takvim yaşına göre on sekizi geçiyor. Rivayetli gerçek doğumu ise umurunda değil.
Birden bulutlar kuzeye doğru seri şekilde ilerliyor. Ve bulutlar gökyüzünü kapatırken yeryüzüne odaklanma zamanı diye irkiliyor. Hem yaşlılığa daha çok varken neden bu düşüncelerle meşgul olsun!
Çocukluğun da kutlanan yeni yıl on üç gün gerideydi. Akşam kapıyı kalik û pîrik çalardı. Kapı açılınca hemen el ele govend çekilirdi. Yeni yıl, ser sal, için hediyeler ceviz, pestil, sucuk, bademdi. Eğer şehirden araç gelebilmişse elma ve portakal eklenirdi.
Şehirde aileden uzak ilk yılbaşı belki modern yılbaşıların en heyecanlısı olacak. Akşam üzeri dayandığı Tekkapı surlarından esen kar rüzgarı eşliğinde soğuk Küçük Ev çay bahçesine ilerliyor. Soğuk sertleşince çay ocağına girmeye karar veriyor. Normal de yer bulunamayan çay ocağında soba etrafın da hararetle eskilerden bahseden bir kaç yaşlı adama eşlik ediyor.
Sobanın yanın da biraz ısınınca, onları yalnız bırakarak dışarı çıkıyor, Hindibaba’ya kadar yürüyor. Soğuk ellerini açarak yeni yıl dileği ve duasını bitirdikten sonra Urfakapı’ya yöneliyor.
Erol ve Şeref şarap şişeleriyle bekliyor.
Ve beklenen kar yüzlerine vurmaya başlıyor.
“ Bu soğukta niye dışarıda içiyoruz. ”
“ Anladix Memo, fakültelisen. Biz de romantîkîz keke! ”
Düzgün konuşmasına kızdıkları görünüyor ama romantizim demesi hoşuna gidiyor. Hem bu yılbaşın da şehir diliyle konuşmak daha güzeldir diye düşünüyor. Kar şiddetlenmeye başlıyor. Burada duramayacakları anlaşılıyor. Ellerinde nevaleleriyle Ben û Sen surlarına yürüyorlar. Saçların da birkaç santim birikmiş kar ile yıkık burçlardan birine sığınıyorlar. Üçü de hemen şarabı yudumluyor.
“Hanê reqî nerde pirezeler! Bu ne bîçim romantiklik!”
Böyle konuşması Şeref’in hoşuna gitmiş.
“Emrin olur.”
Ve Erol’un doldurduğu kadehle hayatında ilk defa rakıyı yudumluyor. Boğazı yanmasına ve burnunu kıran kötü kokusuna rağmen bir yudum daha içiyor. Sonra naylon içinden Şeref’in çıkardığı peyniri dişliyor, üstüne bir yudum daha devam ediyor.
Kar cadde direklerinden yanan ampulleri altına lapa lapa yağarken, yeni bir yılda onlar daha güzel günlerin hayali içindeler. Işıkların altında yeri tutan kar hayatlarına dair sanki tüm karabasanlarını örtüveriyor. Ve beyazlık yaşamın yeni umudu oluyor.
Erol kadehini kaldırırken “ben bu yıl düğün salonlarında kurtulacam, ünlü bir türkücü olacam”diyor.
Şeref Ben û Sen’ın kar altında ki damlarına dönüyor. İkisi de Şehitlik’e baktığını çok iyi biliyor.
“Ben Fatê ile güzel bir düğünle evlenecem.”
Ve ikisi kendisine bakıyor. Şimdi yeni yıl dileği sırası ondadır.
“Ben daha adil ve daha eşit, özgür bir yılda sınıfımı geçecem.”
Romantik bir yılbaşı buluşmasına rağmen gündüz ki düşüncelerinden kurtulamadığı için kendisine kızıyor. Erol ve Şeref’in adalet kısmının imkansız kısmıyla dalga geçer gibi onu dikizleyen bakışları altında içme hızı artıyor. Aslında biraz da kızgın oldukları yarı açık gözlerinden anlaşılıyor. Daha bireyci bir dileğin yanında, şimdiki ortama denk düşmeyen toplumsal bir dilek keyiflerini kaçırmış gibi görünüyor.
“Aşklarımızın şerefine, güzel bir seneye” diyerek kadehi kaldırıyor, yüzler yine gülüyor.
Kendilerini şimdi çok daha iyi hissediyor. Yüzleri kızarık ama musmutlu gülüyor.
Erol, türkücü olma hayalinde, Şeref, Şehitlik’te platonik aşkıyla el ele, kendisi adaletli bir dünyada yaşama hayaliyle yeni bir yıla giriyorlar.
Elektrikler kesiliyor, ama hava da kar aydınlığı var. İçkiler3de bitti. Ama hayaller devam ediyor.
Ve gece durmayan kar yağışı altında üç komşu genç evlerinin yolunu tutuyorlar. Babalarından nasıl eve gizli girecekler, dayak yemekten nasıl kurtulacaklar diye endişelenmişken avluda başında kalpağıyla, soğukların adamı Muş’lu Xalê Baqî ile karşılaşıyorlar. Ve bir kurtarıcı gibi, yeniden şiddetlenen kar yağışı altında onları evine alıyor. Odun sobasının yanında sıcak çaylarını yudumlarken gözlerinde hayalleri hala devam ediyor.
Oldukları yerde sızarlarken, üçünün de hayalinin gerçekleşmeyeceğini ve en acısı otuz yıl sonra yine aynı yerde, bir yılbaşı gecesi çatışmalar ortasında bu avlunun yıkılışını seyredeceklerini asla bilemeden, mutlu bir şekilde tatlı rüyalarına dalıyorlar.
Ve bilselerdi belki o rüyalardan asla uyanmayacaklardı.