İkisi aynı kentin modern yakasında, birbirlerine bir nefes kadar yakın ama bir yıldız kadar uzaklardı. İkisinden birisi kentten umudunu kesmiş ve mülteci düşlere sürüklenmişken, diğeri düş gıdıklayıcı sorulara düş’üvermişti.
Onları buluşturmayan neden ya da nedenler var mıydı? Mesele kentin modernize mesafesi miydi? Yoksa kentin modernize olamayan güvenilmez ruh halleri miydi? Kent içinde bir köylü gibi mi yaşıyorlardı? Ya da modern kent yaşamı sadece bir tezgah mıydı?
İncinen tarafı gerçek izafi bir hayat mı yaşıyorlardı?
Her nedense görüşemiyorlar diye teknik yazılara ve telefon mesajlarına sarıvermişti.
Ve bir yaz akşamı, altı bloklu, on dört katlı, havuzlu, bahçeli, otoparklı, kameralı sitenin bir katında, yine bilgisayar başına oturmaya karar veriyor.
Ama aynı anda alt katta halaylı müzikli resital de başlayıveriyor. Elbette bu tesadüf çakışmaya aldırmayıp yazmaya devam edebilir. Ya da kentte birçok şeye aldırmadan yaşamaya çalışma direncine de sarılabilir.
Ama bu modern kıyafetli sitede dinlenme hakkının ihlal edilmesine seyirci kalmamalı diye, tehlikece düşünmüyor da değil. Önce site güvenliğini arıyor. Güvenlik onlara sözünün geçmediğini üzülerek söylerken, birkaç gün daha idare et diye nasihat veriyor. Demek ki düğün finaline daha varmış. Sonra yöneticiyi arıyor. Site hakkında onca sitem ve yakınmayı dinledikten sonra, onlara gidip rica etmesinin önemine dikkat çekiyor. Ve müzik arttıkça, siteye uymayan zılgıtlar da işin içine karışıveriyor.
Ya yine dün gece yaptığı gibi evden çıkıp başka bir mekana göç edecek. Ya da bu gece başka bir yöntem deneyecek.
Ve sonuçta elbiselerini giyip aşağıya iniyor. Kapıda zile basıyor. Ama müzik ve halay arasında belliki zil duyulmuyor. En sonunda her nasılsa kapıyı açan birini görünce hışımla içeri dalıyor. Evin mutfağında erkekler ilk sırada, kadınlar ikinci sırada halaydalar ve güzelce oynuyorlar. Bir süre izliyor. Bir yandan insanların böyle oynaması hoşuna gidiyor. Ve içinden onlara katılası da var. Tam geri dönecekken orta yaşlarında bir kadın ve bir adam önüne çıkıyor.
“Bizi şikayet eden alçax sen misen!”
Demek ki yönetici kendilerini aramış.
“Yani iki gün sabretsen geberecaxsan. ”
Aslında tam gevşemiş ve yukarı çıkmaya hazırlanıyorken ani gelen kibarca hitaplarla sarsılıyor. Ama kentin bu modern tarafında mizaha hiç hazırlıklı değil.
“Düğününüz hayırlı olsun komşular...”
Bu dilek belli ki iltifatlı hallerini hiç etkilemiyor.
“Bir zahmet inip bize gelsen ne olacağ. Bizi şikayet edisen. Yaşından başından utan edepsiz.”
Şikayet dedikleri güvenlikçi ve yönetici ile yaptığı normal konuşmalar mı yoksa birazdan kopacak kavgada haklı çıkma baskınlığı mı, kafası karışık bir halde onları seyrediyor. Müzik ve halay mola vermiş. Yumrukları sıkılı gençler arkada. .
“Kusura kalmayın. Sizi rahatsız ediyorum. Artık bir karar verseniz ve buna bir son verseniz. Nerdeyse bir aydır her gece düğün yapıyorsunuz. Ve ben de evi terk ediyorum. Burası köy değil. Burası, onlarca ailenin aynı kurallarla yaşadığı bir site maalesef.”
“Bizim ne zaman düğün yapacağımız seni ilgilendirmez ulan! Uzaklardan misafirlerimiz geliyor. Senin keyfin için kına da mı yapmiyalim. Bizim adedimiz, geleneğimiz budur. Siz yabancılar bunu anlamayacağsanız defolun gidin buradan.”
Oysa düğüncü komşularının bir yabancıyla böyle konuşmadıklarını ve yabancı olmadığını bildiklerinden emindir. Ve bu kentte doğup büyüyen kendisi artık kentin modern tarafının yabancısı olduğundan da kuşkuludur. .
“Evet yabancıyım. Dediğim gibi burası da köyünüz değil. Herkes geleneğini yaşatırsa burada ortak yaşam imkansız hale gelir.”
Orta yaşlı adam ve kadının önüne üç genç fırlıyor.
“Rol yapma oxlim. Seni iyi taniyem. Entel bozıntisi Sedat beg. Sen geleneklerine göreneklerine hayinsin”
Onlara gelenek ve göreneklerini yaşamak, dilini ve kültürünü yaşamak için zulüm görenleri, düğün yapamayanları, yas tutamayanları hatırlatması şimdi ne fayda sağlayacak.
“Bak yabancı kılıklı tipsiz. Bizim geleneğimize saygı göstermek zorundasın.”
“Çok rahatsız oluyorsan evden çık, düğün bitince gel.”
Ve bir anda bu hışımla saldırmaya hazır gencin birden yüzlerinin düştüğünü, ayaklarının geri bastığını fark ediyor. Geriye dönüyor. İki polisin içeri girdiğini görüyor. Evet, bunlar yan caddede yolu kapatıp arama yapanlar. Orta yaşlı düğün sahibi elleri önde “buyurun memur bey” iye hafifçe eğiliyor.
“Hayırlı olsun. Kına mı yapıyorsunuz “
“Evet, oğlumuzun kınasıdır. ”
“Allah muradını versin. Yalnız kına da olsa kanuna aykırı yasak türküler söylemeyin. Şimdilik bir işlem yapmıyorum. Devam ederseniz yasal işlem yaparız. Hayırlı kınalar”
“Tamam, memur bey, ben gençleri uyarırım ”
Kendi hassasiyetlerini kısaca hatırlatıp giden polislerin ardından gelenek, kentteki köylülük ve komşuluk hassasiyetleri çelişkisine sürükleniyor. Yüzüne kapatılan kapı sonrası evine dönüyor.
Ve kına gecesi halaylar yerine, polisin uyarısı sonrası Ankara Seymen havalarıyla tekrar başlıyor. Başarısız girişiminden sonra, bu müziğin üstüne müzik dinlese fena olmayacak. Yöre kınasında Roman havaları eşliğinde kendi müziğini açıp kahvesini yudumluyorken kapısı çalınıyor.
“Sedat bey, sitede başkasını rahatsız etmeye utanmıyor musunuz. ”
Bu akşam sıkça hatırlatılan utanmazlığı karşısında başını evet dercesine sallıyor. Belli ki gelen diğer komşusu alt kattaki gürültüyü gelenekten sayarken, kendi alışkanlığını yok sayıyor. Şimdi olmayan eski kentin qirixi olup adamla kavga etmek var. Ya da bunlara aldırmayıp modern kente uyum sağlamış bir vatandaş moduna girmek var. Aşağıdaki kınanın sonraki geceye kadar ara vermesiyle, o da müziğini kapatıyor. Ve telefon da kaldığı yerden yazmaya devam ediyor.
“Sana son kez yazıyorum desem de, son olmayacağını çok iyi biliyorum. Çünkü her birimiz modern kılıklı kentte köylüce davranışlarla ilişkilenme ağında çarpışık duruyoruz. Köylüler gibi sıkça kavga ediyor, sıkça küsüyor ve sıkça da barışıyor gibiyiz. Elbette Şükrü Erbaş’ın ‘köylüleri niçin öldürmeliyiz ‘şiiri gibi öfkelenmeyeceğim. Ama köylülükten kurtulma diye bir derdimizin olması gerektiğini hep bileceğim ”
Ve gecenin sonunda, kentin asıl sakini olarak, artık bu tarafın yabancısı olduğu gerçeği canını acıtıyor.