Onları oraya getiren elbette herhangi bir yeryüzü sarsıntısıydı. Ama onları enkazın bir tarafında buluşturan herhangi olamayacak meçhul nedenlerdi.
Zaman ilerliyor ve aynı binada belki birbirini hiç tanımayanların yaşayıp yaşamadıkları bir muammaya doğru gidiveriyordu.
Kimi kendi hayatında, kimisi başkalarının hayatında olan bina sakinleri şimdi aynı enkazda aynı sona doğru yola çıkmışlardı.
Ama enkazın bu tarafında bekleyenler de ağıt yakılmaması dikkat çekiyordu. Ve sanki hayat eskisi gibi devam edecekmiş gibi enkaza bakıyorlardı. Sanki kentin hüznü enkaz altında kalmıştı.
Deprem öncesi kapanan bulutlar ayrılmış, arada görünen güneşin ışıkları, enkaza dağılan parlak fayanslara yansıyordu. Yaşlılar, çocuklar, adamlar, kadınlar, yaşlılar, üniformalılar, sedyeliler, silahlı adamlar, tekbir için ceset bekleyenler, ve gizemli bir çok kişibirbirlerine bakmadan enkaz çalışmalarını izliyordu.
Bu enkazlar da cesetler dışında ne saklıydı ki bu kadar insan bekliyordu?Bekleyenlerin yüzünde öfke her duyguyu bastırmıştı. Enkaz altındakileri hüzünle beklemek varken, bunların her birini böyleöfkelendiren ne olabilirdi?
Bir enkazzade gibi yanlarınayaklaşırken , bakışlarını onlar gibi öfkelendirmeye çalıştı. Onlara bir nefes kadar yaklaştı. Elbette merakını gidermek istiyordu ancak mesafekonuşmak için çok çok uzaktı.
Çöken binanın kaç katlı olduğunu bilmiyordu. Orada yaşayan hiçbir tanıdığı yoktu. Enkaz altın da hesabı yarım kalan kimsesi de yoktu.
Gerisinde orta yaşlı titreyen bir kadına gözü ilişti. Hava insanı titretecek kadar soğuk değildi. Yavaş yavaş ona yaklaştı.Soğuktan titremediğini tahmin etse de kalın kabanını kadına uzattı. Bir iletişim kurmanın başka bir yolu yoktu. Belli ki titreyen kadının ondan kabanı alacak mecali yoktu.Tüm cesaretini topladı. Kabanı kadının sırtına bıraktı. Sonra onu düzeltti.
“Bacım çok üşüyorsunuz.”
Elbettebu ortamda bacım dışında ona bir hitapta bulunamazdı.
“Sağolabi!”
Kadının konuşması içini ısıtmıştı. Nihayet saatler sonra biriyle konuşuyordu.
“Burada mı oturuyordunuz.”
“Evet…siz demi..”
“Evet ben de…”
Saniyeler saat, dakikalar yıl gibi ağır ağır ilerliyordu. Makinaların kaldırdığı beton bloklar kum gibi dağılıyor, içeriden insana dair hiçbir şey çıkmıyor
Ama her eşya didil didik inceleniyordu.
“İçeride kiminiz kaldı.”
Kadın ona döndü. İri çökmüş gözleriyle karşılaştı. İçini korku kapladı. geldi. “Sadece kedim kaldı….sizin kiminiz kaldı.”
“Resimlerim.”
Kadın yine döndü. Kabanı sırtından aldı.
“Teşekkür ederim. “
“Herkesin kıymetlisi farklıdır. Saygılı olmalıyız.”
Birkaç dakika sonra kadının yanından uzaklaşmasını bekledi. Ancak kadın yerinden kımıldamadı. Artık titremiyordu. Kabanı bu yüzden geri vermiş olabilirdi.
“Kediler bizden daha dayanıklıdır. Mutlaka bir çaresini bulmuştur”
“Resimler de dayanıklıdır... Bu binada ne kadar önemli resim ve evrak varmış. Baksana görevliler her çıkanı nasıl dikkatlice inceliyorlar.”
Farkediyordu ki büyük bir hata yapmıştı. Toparlanmaya çalıştı.
“Benim resimlerim yaşamımda ki özel anılarımla ilgilidir…”
“Diğerleri için de öyledir.”
“Maalesef günümüz de insan bedeninden daha önemli şeyler vardır.”
“Ama o bedenler olmasa o kadar belgeyi, resmi, falanı filanı ne yapacaksınız.”
“Mesele günümüz insanının ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Tabii ki lanet olsun diyebiliriz.”
Biliyordu ki kadın da onun gibi yalan söylüyordu. Ne o resimleri bekliyordu ne de kadın kedileri bekliyordu.
“Zormuş insan enkazını beklemek!”
Kadın deprem için, doğa, kader planı, tanrının cezası yerine insan enkazı deyivermişti.
“Tabii ki insana enkazı! Bak fayanslar güneşte nasıl parlıyor. Belli ki binanın içine, makyajına, ince işlerine iyi çalışmışlar.”
“Herkes görünene bakıyor. Kimse binanın kolonları sağlam mı değil mi kontroletmiyor. Çünkü kolon görünen değildir. ”
“Evet, kanalizasyonu yapan belediye başarısız ama çiçekli parklar yapan belediye her zaman başarılı gösteriliyor. İyi göstermek görünenden başlıyor.”
“Kaderle eşleştirilen coğrafya derslerden kaldırılıyor. Mühendisleri asgari işlere talim ediyor. Okuryazar olmayan müteahhitler parayla oynuyor. Bilim gereksiz diye konuşuluyor. ”
“Konuşacak ne çok şey var. Ama enkazdan hala kimse sağ çıkamıyor”
Böylece enkaz sohbeti noktalanıyor. Kadın enkaza daha çok yaklaşıyor.
Belki enkaz altına uzanan bir hesaplaşma, belki bir aldatılma hikayesi, belki sakladığı çok özel bir şey, belki çocuğu belki annesi belki her şeyini belki de sadece kendisiyle alakası olmayan bir enkazı bekliyor.
Biliyor, enkaz artık ülkenin yeni sınırıdır.Ve şimdi bu sınırdan kaçma zamanıdır. O anda osınırdan büyük bir patlama sesi duyuluyor. Enkaz altında resimler ve kedilerden başka şeyler de varmış.
Aceleyle nefes nefese doğudan göğe yükselen ışığa koşuyor. Belki ölümden koktuğu için belki de başka bir ülkede yaşama ümidiyle koşuyor.
Geriye baktığındaenkazın kadının daaralarında olduğu izleyenleri içine alışına , bilmem kaçıncı defa şahit oluyor.
Aynı ülkede, hep aynı yere doğru, hep aynı insanlarla , yorulmadan ve mütemadiyen koşuyorken, başladığı yere varmıştır. .