Onlarla, ilk olarak büyükçe binanın dokuzuncu katında, duvara iliştirilmiş iskele üzerinde karşılaştı. Başlarında baret denen değişik özel bir şapka, turuncu montlar ve özel ayakkabılar olan üç kişi ona garipçe bakıyordu.Beyaz baret altında uzayan saçları ve turuncu montun altında titreyen sıska bacaklı kadın onu dikkatlice süzüyordu.
Neden onu öylece süzüyordu? Alt tarafı kırkını geçmiş bir inşaat işçisiydi. Hava oldukça soğuktu. Ama kadının titremesinin kendi görünümünden dolayı olduğu bakışlarından anlaşılıyordu. Sonra derin bir nefes aldı. Ve cep telefonundan boy boyresmini çekmeye başladı. Resimler bitmiş olacak ki öfkeyle,
“ Sen bu iskelede böyle çalışamazsın!”dedi.
Ardından heybetli gövdesiyle şantiye şefi göründü. Kadın ona dönerek,
“Biz bu iskele sağlamlaştırmadan kimse çıkmasın dedik. Siz ise onları çalıştırıyorsunuz. Üstelik işçinin ne bareti, ne ayakkabısı, ne deemniyet kemeri var. Hepsini resimledim.” diye çıkıştı.Doğruydu, hiç biri yoktu. Ama lise de üniversite sınavına hazırlanan iki çocuğu vardı ve çalışmak zorundaydı.
Şantiye şefiona cevap vermek yerine boynunu kaşıyarak yanındaki ustabaşına
“Bunun burada ne işi var işi var. Derhal çıkışını verin!” demesiyle sarsılıyordu. Kırkından sonra iş bulmak çok kolay değildi. Yaşça kendisinden küçük şefin peşine verdi
“Abêyapma bana bunu. Vallahi onları görmedim.Çoluk çocuğum var. ”
Şef durdu. Ona sertçe baktı.
“Resim çekmesine neden izin verdin? Başımı belaya soktun.”
“Vallahi anlamamışem. Bilsem izin vermezdim.”
“O zaman şahitlik yapma xalo. Seni aynı yevmiyeyle başka inşaatta çalıştırırım. Bir daha buralarda da görünme. “
Böylece şef insafa gelmişti. Ama ortada resim meselesi vardı. Ne yapıp ne edip o resimleri yok etmeliydi. Bu telaşla merdivenleri koşarcasına indi. O üç kişi büyük ortaklı patronun oturduğu şantiye barakasına giriyordu. Kapıya kadar gitti. İçeride hararetli tartışma vardı.Özelikle kadın daha çok konuşuyordu.
” İskele güçlendirilmeden işçi çalıştıramazsınız!”
“Ama kimse düşmedi kızım. Hem düşse de ne yapalım. Takdiri ilahi. Kazadır,olacaktır. ”
Evet,düşmeyen ve hala ölmeyen ta kendisiydi. İşte o an kadına hak verdi. Şahitlik yapmak en doğrusu dedi. Hışımla içeri girip ‘ evet düşmedim. Duvara sıkı sıkıya tutunmuş ilerlemiyordum. Ama yarın mutlaka düşerim. Belki de bir başkası düşer. Kadın haklı bu iskele sağlam değil’ demek istedi.Öte yandan iş, öğrenci meselesi, şefe verdiği söz ve patronun hışmına uğramak vardı.Birden kapı açıldı. Kadınla yüz yüze geldi.
“ Abla teşekkür ederim.”
“ Bize şahitlik edeceksin dayı. O zaman teşekkürünü kabulederim. Haftaya Çarşamba bakanlık müfettişi burada olacak. Sen de hazır ol. ”
Belli ki kadın işini çok iyi yapıyordu. Birlikte dolaştığı diğer iki erkekten biri işyeri doktoruydu. Diğeri ise patronları gibi duruyordu. Ama hep kadın konuşuyordu.
Ve sözleştikleri gün gelip çattı. İskele aynı şekilde duruyordu. İşçiler soğukta, kemersiz, baretsiz, montsuz çalışıyordu. İskeleyi izlerken şantiye şefi karşısına çıktı.
“Xalo sen de toplantıya katıl. Bir defa resmin çekilmiş. Onlara ustabaşı ve şeften habersiz iskeleye çıktım dersin.”
Odaya girdi. Büyük patronun yanında saçlarını kazıtmış, ayakta sinirli sinirli dolaşan diğer ortağı de gelmişti. Her iki patronun yanında, bu defa normal giyimli o kadın, doktor , ikisinin işvereni ve kravatlı, traşlı, memur olduğu belli olanbiri daha vardı. Memur tipli olan sessizliği bozdu.
“Ben bir inceleme için buradayım. Bu inşatta iş güvenliği kurallarına uyulmadığı tespit edilmiştir. Örneğin ortada uygun olmayan bir iskele var. Daha önce gelip uyardım. Ancak hiçbir adım atılmamış. İskele olduğu gibi duruyor. Üstelik inşaatı durduğumuz halde işçi çalıştırmışsınız…”
Patronlardan ayakta dolaşan birden bağırmaya başladı.
“Senin niyetin kötü. İnşaatıma kasıtlı olarak geldin. Birileri seni göndermiş.”
“Beyefendi ben işimi yapıy..…”
“Başlarım işine. İnşaatımı terk et. Senin kaldığın oteli biliyorum. Birileri seni otelde rahatsız edebilir. Ve haberim yoktur derim. Yetkililerle konuştum. Bana işine devam et dediler. Burada bir sorun yoktur. Şimdidefol git.”
Odaya buz gibi bir hava hakim oldu. Müfettiş bilgisayarını kapattı ve çantasına koydu. Sonra hızlıca dışarı çıktı. Belli ki tehdit işe yaramış, müfettiş sinirli patronun dediği gibi defolup gidivermişti. İfadesinin debir anlamı olmamıştı. Genç kadın ayağa kalktı.
“Bu iş yapılacak iş değil. Ben işi bırakıyorum. “ dedi ve o daçıktı. Doktor olan o anda göbeğini kaşıyan büyük patrona dönerek,
“Abê bu iskeleye bizim insanlar çıkacak. Düşüp ölenlerde onlar olacak. Müfettiş istedi diye değil, bizim insanımız için de olsa iskeleyi düzeltelim. Birzamanlar siz de işçiydiniz.”
Büyük patron doktoru süzdügülerek;
“Sen güzel konuşuyorsun. Alevi misin? Belki de solcusun!”
“Burada mesele benim ne olduğum değil, çalışanın iş güvenliğinin ne olacağı meselesidir.”
“ Öyle sinirlenme, Konuşmandan, haktan hukuktan bahsettiğin için söyledim. Ben Alevileri çok severim. Şaka yaptım.”
Doktor yanında ki patronuna dönerek,
“Beni böyle fişleyenlerle, dalga geçenlerle çalışamam” dedi ve o da kadının ardından şantiyeyi terk etti. Böylece herkes gitmişti. Odada kendisi ve üç patron kalakalmıştı. Şimdilik kazanan katil adayı iskele olmuştu. Meseleyi böyle savuşturmanın rahatlığıyla, “Xalo git söyle bize üç kahve yapsınlar” dedi ona alaylı alaylı bakarak.
Günler sonra aynı şirketin başka bir inşaatında çalışmaya başladı. O olaydan bir kaç gün sonra da o iskelenin çöktüğünü ve bir işçinin öldüğünü öğrenecekti. Kadın haklı çıkmış, ama ölüm engellenememişti.
Yıllar geçti. Böyle sayısız binaların inşaatını bitirdi. Ve çocukları da üniversiteyi bitirdi. Ama hala iş bulamamışlardı ve evde boş boş oturuyorlardı. Onlar için mi bu kadar kötülüğe razı gelmişti?Yoksa düzenin sıradan bir parçasıydı ve o bunun farkında mı değildi?
Şimdi depremde yıkılan bir binanın önünde, bu sonuçtan ne kadar payının olduğunu düşünüyordu. Elbette o söz hakkı olmayan sadebir işçiydi. Yıkılan binadan patronlar, müteahhitler, mühendisler, uzmanlar, yetkililer, tüm bir düzen sorumluydu.
Ama ben nerede hata yaptım diye de düşünüyor ve masumiyetini sorguluyordu.