Veysi Ülgen yazdı: Belki de her şey küçük masumiyetlerle başlıyordu

Deprem sonrası ilçeye gelen yardımlar onlara uğramıyordu. Yardımların dağıtılmasında torpilin ve ayrımcılığın etkisi vardı.  Ve ilçede nüfuzu...

Deprem sonrası ilçeye gelen yardımlar onlara uğramıyordu. Yardımların dağıtılmasında torpilin ve ayrımcılığın etkisi vardı.  Ve ilçede nüfuzu olanlar yardımları öncelikle kendi yandaşlarına dağıtıyordu.

Gelen yardımların içinde elbiseler de vardı. Zengin sokağın çocukları ihtiyacı varmış gibi rengarenk yardım kıyafetleriyle gezmesine fazlasıyla içerliyordu.

Bir zaman sonra kendi yoksul mahallesinin komşu çocuklarının üzerinde yeni kıyafetler görünce kafası karıştı. Mahalleye yardım dağıtılmamıştı.

Bunlar bu elbiselere nasıl ulaşmıştı? Israr edince mahalledeki büyük abilerin geceleyin elbiselerin saklandığı barakaya gizlice girip elbise çaldıklarını öğrendi. Gece herkes uyuyunca onlar bir araya geliyor ve gidip elbise çalıyorlardı. Önce onlara çok kızdı. Çünkü hırsızlığa karşıydı. Ona öyle öğretmişlerdi. Bir defa komşunun eriklerini yediler diye babasından fena dayak yemişti. Hem dini dersler alıyor, Kur’an öğreniyor, on dördünde oruç tutuyor ve namaz kılıyordu.

Ama mahallenin abilerinden Fahrettin'in “hırsızlık yapmıyoruz, hakkımız olanı alıyoruz.” demesi kafasını karıştırdı. Yardımların dağıtımın da haksızlık yapılıyordu. Onları almak hırsızlık sayılmayabilirdi. Hem bu hırsızlığı yapanlarda kendisi gibi oruç tutan namaz kılan çocuklardı.

Ve kararını verdi. Onlara katılacaktı. Ama yaşı bu hırsızlığa uygun olmayabilirdi. Ama ondan birkaç yaş büyük Burhanettin, “Zaten pencere küçük. Abiler giremiyor. Beni içeri atıyorlar. Ben onlara atıyorum. Sen tam oraya uygunsun!” deyince kendini ekibin içinde buluverdi.

O gece herkes uyuduktan sonra sessiz sedasız mahalle çeşmesinde buluştular. Karanlık olsa da patikaları, yolları biliyorlardı. Köpekler onları tanıdığı için havlamıyordu. Ve gece karanlığından faydalanarak malzemelerin saklandığı barakaya ulaştılar.

“Ahmet seni bu pencereden içeri atacağız. Al bu bıçağı, odaya gir torbaları kes, torbalardan birine çık ve onları bize at!” dedi Fahrettin abi.

Onu havaya kaldırıp küçük pencereden içeri attılar. Burası barakanın tuvaletiydi. Ve duvar kenarında üst üste iki torba konulmuştu.

İçeri girdi. Torbaları kesmeye başladı. Çıkardığı elbiseleri torbaya çıkarak pencereden onlara atıyordu.

Her şey çok kolay oluyordu. Ama o esnada mahallede aleyhine bir sürecin başladığının farkında değildi.

Kendisi arkadaşlara katıldıktan bir süre sonra annesi uyanıyor ve yatakta olmadığını fark ediyor. Merakla diğer komşulara gidiyor onlara çocuklarını soruyor. Onlar çocuklarının ne için gittiğini biliyorlar. Ama annesine gizliyorlar. Bu yüzden çocuklarının uyuduğunu söylüyorlar. Annesi ikna olmuyor. Yaz olduğu için herkes damda uyuyor. Yataklarına bakınca gerçeği öğreniyor.

Gelip babasına söylüyor. Babası öfkeyle ve aceleyle bekçinin yanına gidiyor. Bekçi aslında onların nerede olduğunu biliyor ama kimse bilmediği için görmezden geliyor. Ama bu defa göz ardı edemiyor. Çünkü işin içine şikayet girmiştir ve onları yakalaması gerekmektedir.

İşte o anda barakada her şeyin yolunda gittiğini zanneden Ahmet dışarıda bir silah sesi duyuyor. Hızla pencereye koşuyor. Torbalara tırmanarak çıkmaya çalışıyor. Ama bu defa düşüyor. Normalinde pencereye rahat tırmanırken heyecandan tökezliyor. Kan ter için de nihayet pencereye çıkıyor. Ama bu defa aşağıya atlama meselesi var. Tam atlayacakken gözlerine ışık tutuluyor. Artık yakalanmıştır.

“Ateş etmeyin, ben Ahmet!”diyor titreyerek.

“Namussuz!”

Ses babasının sesinden başkası değildir. Böylece yaşamında ilk ve son hırsızlık deneyimi babasına ve bekçiye yakalanmakla son buluyor. Babasının yanında bekçi onu vurmaz diye düşünerek kaçmaya karar veriyor. Ve karanlık için de ormanlık alana dalıyor.

Üç gün eve gelmiyor. Dışarılarda yatıyor. Sonunda mecburen eve geldiğinde yanlışlıkla da olsa bekçi tarafından öldürülme ihtimali nedeniyle babası kurban veriyor. Babası onu beklediği gibi şiddetle karşılamıyor.

“Hırsızlığın iyi bir nedeni yoktur Ahmet. Bir daha böyle işlere bulaşma!”

Mahalle arkadaşları ona kızgındır. Anneleri annesine, babaları ise babasına kızgındır. Çünkü bir hırsızlığı ifşa etmişleridir. O gün hırsızlık sadece ifşa edildiğinde kötü karşılandığını fark ediyor. Aslında ifşa edilmese insanların hırsızlığa karşı olmadığını ve her fırsatta hırsızlık yaptığını anlıyor.

Bir hafta sonra Burhanettin ona bir torba elbise getiriyor. İçine bakmadan çaldıkları yere götürüyor.

Babasının dediği gibi haklı da olsa hırsızlığın yanlış olduğuna karar veriyor. Ve o günden sonra emeğin en yüce değer olmasıyla yaşamını kuruyor. Artık emek bilinciyle tanışmış yaşamı her anlam da bu kapsamda yürümüştür. .

Birlikte hırsızlık yaptığı komşu çocukları haklı bir nedenden başlasalar da kolay yoldan para kazanmanın yollarına sapmışlardır. Zamanla hırsızlığa bulaşanlar ve bunu alışkanlık haline getirenleri gördükçe hırsızlığa karşı daha fazla bileniyor. Elbette bunu o gece o masumane çalmayı deşifre den anne ve babasına borçludur. Ve o gece çocuklarının elbise çalmasına göz yuman anne ve babalar çocuklarının geleceklerini etkilemişlerdir.

Ve bedeli ağır olsa bile emek bilinciyle yaşamaya devam ediyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri