Veysi Ülgen yazdı: Belki de gözlerini bahane ediyordu

Gözleri, hala Mayıs sıcağının erittiği karlarla hırçınlaşan Dicle’nin mavi sularına takılıdır. Kulağı ise karşısında duran,  ama ruhu başka...

Gözleri, hala Mayıs sıcağının erittiği karlarla hırçınlaşan Dicle’nin mavi sularına takılıdır. Kulağı ise karşısında duran,  ama ruhu başka bir gezegenden yeryüzüne inemeyen adamın dudaklarından çıkacak sözlerdedir.

Ve yüreği Dicle’nin bilinmezliklerine yazılmış firari ve inkari bir sevdanın çarpıntısındadır.

Dicle düşleri gibi durgunluğunu yitirmiş, kıvrak dalgalarıyla kendisinden iki kelam bekliyor. Çay bardağına giden titrek parmaklarını çekiyor. Titrek parmakları şakaklarına uzanıyor ve gözlerine bakmaya direnerek son bir ayını düşünüyor.

Bu fiziki karşılaşma belli ki ona ağır gelmiştir. Dicle alışılmışın dışında bahar dalgalarıyla ona, “Sen uzaktan iletilen onca dokunaklı sözlerden sonra onunla ilk fiziki karşılaşmanın gerilimini yaşıyorsun.” diyor.

“Bunun farkındayım Dicle. Bu buluşma için onca çelişkiyi devirerek geldim.”

“Ama istemeden geldiğini hissediyorum. Buraya neden geldin?”

“Bilmiyorum!”

“Onun gözlerine bak. Gözlerin sana söyleyeceklerine cesaret verecektir.”

“Bakamam. Bana bir şey söylemesini de istemiyorum. Korkuyorum gözlerinden.”

Sonra gözlerini hafifçe hırçın mavi sulardan durgun toprak esmeri adama çeviriyor. Hırçın sularla konuşmasını duymayan o romantik yazıların sahibi hala suskundur.

Ve boynu büyüktür.

Ve de fiziki olarak yılların yorgunluğunu taşıyamaz gibidir.

Sanki enkazdan çıkmaya çalışan biridir.

Adam gözlerini kaldırınca yine Dicle’ye dönüyor. Hem isterse o gözlerine bakmadan da konuşabilir. Eğer konuşmaya  hazır değilse onu buraya neden davet etmiştir? Belki o yazıların sahibi bir başkasıdır. Ya da şairlerden kopya çekmiştir.

Belki de tüm mesele kaderdaş olduğu adamla kederdaş olmak istememesidir. .

“Başlamadan her şeye son noktayı koyabilirim Dicle. O konuşmaya başlamadan ben başlarım. Ve birazdan söyleyeceklerimin onu kırmasını umuyorum.”

“Bunları gözlerine bakarak söyle.”

“Sen ve o gözlerimden ne istiyorsunuz?”

“Sahici olmasını istiyorsan gözlerine bak.”

“Neyin sahiciliği Dicle?”

“Sen ne olduğunu biliyorsun. Şu anda ne istiyorsun!  ”

“İçimde müthiş bir onu kırma arzusu var Dicle.”

Dicle birden olağan haline dönüyor. Durgunlaşıyor. Hala başka bir gezegende olan adamla baş başadır. Ve saatlerdir bu adam ne düşünüyor?

Belki bir ülkeyi kurtarmaya çalışıyor. Belki başka bir hayalde geziniyor. Belki de birazdan konuşacaklarının hazırlığını yapıyor.

Korkak mı, cesur mu?

Eski hasarlı sevdalarını mı düşünüyor?

Boşlukta olduğu için mi susuyor?

Bu erkek cinsine mensup bu  insana güvenebilir mi?

Büyük laflar, şiir yazmalar, hikâyeler, aforizmalara ne oldu?

Bunların fiziki temas ile bitmesinden mi korkuyor.

Ve o anda erkek cinsine ait bu şaşkın  insan karşısında gözlerine bakmaya çalışıyor.

Ve de onunla kuracağı sözcükleri bir araya getirmeye çabalıyor. Karşısındaki gözler sadece Dicle’ye bakmakta ve onunla konuşmaktadır.

“Evet, Dicle sana ne anlatıyor bilmiyorum. Birden durgunlaştın sen. Biliyorsun gözleri bana bakmadan onunla konuşamam!”

Kadın ayrılık hazırlıklarındayken  adam hala gergindir. Asıl söyleyecekleri içinde dolanıp duruyor.

Sonuçta tek gerçeği ona aşık olması başkaca diyecekleri zamana kalsın diye kararlaşıyor.

Belki de aşık olduğu bir ciddi ilişki istiyor. Ama nasıl olacağını bilmiyor?

“O gözlerine asla bakmayacak!”

“Belki de gözlerini bahane ediyorum. Bana bakarsa tüm duygularımı alacak biliyorsun Dicle.  Ben bir süre daha suskun olmak istiyorum. Onunla konuş, meşgul et. Bana bakmasın!”

Aslında  sömürü çarklarının   ve baskıcı uygulamalarının en ağırca yaşatıldığı  bir dönemde aşka ve sevgiye dair susamışlık ve onu yaşayamama döngüsünde kıvrandığını biliyor.

Ve aslında gelecekte ciddi ve samimi bir ilişkiyi nasıl kuracağına dair bir plan yapamıyor

Belki bu bezirgan  düzende var olan bir ilişki modelinden korkuyor.

Belki de egemen kuralların onu evliliğe mahkum edeceği endişesi ve gerçeğidir onu suskun ve çaresiz bırakan.

Bir yandan Dicle’nin şahitliğinde anı yaşamak istiyor.

Öte yandan sömürgeci düzenin gerçekleri onu dizginliyor.

Ve kadının da kendisi gibi rahat olamayacağının bilinciyle sessiz kalmaya devam ediyor.

Yine de bu farklı olacak diye umutlanmak istiyor.

Ayrılırken belki de bir daha ki buluşma için bir dost gibi eline dokunuyor. Ama kadın hızlıca elini çekiyor. Bu bir imkansızlığın ilanıdır aslında.

Böylece hiç konuşmadan ve göz teması kurmadan bir buluşma Dicle’nin tanıklığında, bir daha olmamak üzere ‘kazalı’ ve ‘belalı’ sona eriyor.

Ve Dicle acımasız tarih ve coğrafya gerçekliği içinde bastırılmış bir duygusallığın acımasız sonuçlarına tahmin edebiliyor.

Ve de Mayıs ortasında kaderlerini değiştirebilirler diye inadına kayalara dövünüp duruyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri