Kış ortasında, kentin sıcak geçen zamanları, ekolojist, ekonomist ve diğerlerini kaygılandırıyorken, ısınma sorunu olan yoksulları ise sevindiriyor. Elbette doğalgaza, elektriğe, kışlık ihtiyaçlara zam yapanlar da seviniyor. Ki az yakılan doğalgaz, az tüketilen elektrik, az alınan ihtiyaçlar zamları hissettirmez diye düşünüyor ve yenilerine hazırlanıyorlardır.
Bir de bu kış sıcağının ortaya çıkaracağı kuraklığın yazın temel ihtiyaçların azalmasını bekleyenler var. Tarlaların, bahçelerin, susuz kalması, hayvanların yiyecek bulamamasının tedirginliğini yaşayanlar da var. Kış zamlarından kaçanlar kuraklık zamlarına yakalanacakların farkında olmamalarından endişelenenler de var.
Ve doğal kuraklığın felakete dönüşeceğini ve insanlığın geleceğini tehlikeye atacağını düşünenler de var. Bunlardan biri, yeni işin de lazım olabilecek yurtdışı ulaşımda pasaport resmi çektirmek için kentin sıcak bir gününde soğuk bir mekanda beklemektedir. Elbette kentin daha sıcak ve konforlu fotoğrafçıları varken o kentsel dönüşüm tehdidi altında ki sokaklardan birinde, eski bir fotoğrafçıyı tercih etmiştir.
Ama bir servis şoförü olduğunu bazen unutmaktadır. Ama sürekli çalınan telefonu işini hatırlatmaktadır. Mesai bitmek üzeredir. İşyerinden bir kısım yöneticiyi evlerine bırakması gerekmektedir. Doğalgazını kapatan ve elektrik sobası kullanmayan fotoğrafçı birazdan, güneş görmeyen küçük mekanda resmini çekecektir. Dışarısı sıcak olsa da güneş alamayan dükkan da ayakları üşümeye başlamıştır.
Elbette kışın ortasın da havaların böyle sıcak geçmesi bunun gibi bir çok küçük esnafı elektrik ve doğalgaz zamlarından korumaya yöneltmektedir. Zamlara karşı çıkıp başını belaya sokacağına elektrik ve doğalgaz kullanmamak, kentin küçük esnafı için daha mantıklı görünmektedir. Muhtemelen, zaten havalar eskisi gibi soğuk ve yağışlı geçmiyor, ne diye zamlara falan uğraşsın diye düşünüyordur.
Zaten geçmiş yaşadıklarından dolayı hassas olan ayaklarının üşümesine dayanamıyor, fotoğraf çekimi erteleyip dükkandan hızlıca çıkıyor. Ve dükkanda üşüyen ayaklarını ısıtmak için klimayı en sıcağa açıyor. Patronun uyarısıyla en kısa yollardan iş yerine ulaşmaya çalışıyor. Çünkü mazota sürekli zam geliyordur ve en iyisi araçları az kullanmaktır. İşyerinde baharlık giysileriyle dikkat çeken çalışanlar araca binerken klima sıcağının onları etkilediği anlaşılıyor. İçlerinden birinin,
“Çok sıcak. Klimayı soğuğa çevirsene!” diye uyarısıyla ayakları ısınmadan klimayı en soğuğa çeviriyor.
Sanki şiirler de geçen ‘öyle ki, bu yürek, bu kış ağustos sıcağıyla yanıyor’ dizelerini yaşıyor.
Bu arada azcık ısınan ayakları soğuk klimayla tekrar üşüyor. Ancak onları evlerine bırakıncaya kadar, soğuk klimayla yoluna devam ediyor.
Onları bıraktıktan sonra klimayı kapatıyor. Telefon da ilçede kalan iki çalışanı da alıp evlerine bırakması talimatı göze çarpıyor. Buz gibi ayaklarla gaza basıp kentten çıkıveriyor. Tekrar klimayı sıcağa çeviriyor ama ayaklarının spor ayakkabı ve ince çorap ile ısınması zor görünüyor. Çünkü her kentli gibi kışa göre değil, havanın sıcaklığına göre giyinmiştir.
Ancak hassas ve incinmiş ayakları klimanın sıcak, soğuk, sıcak devinimine uyum sağlayamamaktadır. Bir yandan barajda alacağı şirket elemanlarının geciktiğine dair tehditkar mesajlarını okumaya çalışıyor. Günün sonunda işini kaybetmek varsa ayakları biraz daha dayanmalıdır.
Ve birden hava hızlıca değişiyor. Gökyüzünde ki bulutlar yolda yakalanacağı felaketi haberdar ediyor. Artık buza kesmiş ayaklarıyla dağ yolunda, ani başlayan etkili fırtınaya karşı ilerlemeye çalışıyor. Sonuçta bir saat önce sıcaktan klimayı soğuğa çevirmişken şimdi klimanın en sıcağı ona yetmiyor.
Ve kar hızlıca lapa lapa başlıyor. Sanki Ağustos ayında yağmış gibi şairce gülümsüyor. Macera diye sevinmeye çalışıyor. Ama yaz lastikleriyle aracın karda ilerlemesi mümkün görünmüyor.
Ayakları donmak üzere olduğunu hissediyor. Ve yıllardır bilinçaltında donmuş anılar canlanıyor. Böyle karlı, tipili, havalar da ki yolculuklarını anımsıyor. Ve kardan yanan baş parmağını yitirdiği günleri canlanıyor. Birden ürperiyor. Radyoyu açıyor. Müziğin ritmiyle anılarla beraber önce yüreği ısınıyor.
Ama ayaklarını kaybetmeye niyeti ve tahammülü yoktur. Araçtan inip rastgele kar altında yürümeye başlıyor. Ve bir köye varıyor. Ayaklarını artık hissetmiyor. Birkaç saat önce sıcaktan klimayı açmışken şimdi yoğun kar altın da hassas ayaklarımı kaybedebilirim diye endişeleniyor. Ve kaygı, ve korku, ve endişe titremelerini artırıyor.
Ve ilk gördüğü evin kapısını çalıyor. Kentli giyimleri ile dikkat çeken evdekilerin onu güler yüzle karşılaması yetmiyor. Çünkü elektrikler kesiktir. Ve evde soba yoktur. Ev sahibi zaten pahalılıktan soba kurmayı düşündüğünü ancak havalar sıcak geçtiği için kurmadığını söylüyor. Kadın ise asıl meselenin balta ile odun kırmaya üşenmesi olduğunu söylüyor. Elbette köyler kent, kentler köy olmuşken, kentli kıyafetleriyle kent diliyle konuşan bu köylüler için, balta ile odun kırma zahmetli bir iş gibi gelebilir.
Buradan çıkıp ev sahibinin tarifiyle sobası olan ancak basabildiği ayaklarıyla başka bir eve yöneliyor. Odun dolu sobayı yakamadığından yakınan ev ahalisini içinden kınıyor. Demek ki artık sobayı yakmakta bir uzmanlık işine döndü diye düşünüyor. Ve ayaklarının stresinden olacak, ama daha fazlası eski tecrübelerinden sobayı yakmayı beceriyor. Önce ayakkabısı çözülüyor. Sonra çorabını çıkarıyor. Çıplak ayaklarını ısıtmaya çalışıyor.
Ve ayaklarını ısıtırken değişken güne yenilmediği için şimdilik mutludur. Evdekilerin teşekkürleri ile soba da kaynayan çay beraberce içiliyor. Sonra damdan dumanı tüten evi gören tüm komşular eve doluşuyor. Sobayı yakabilmesinin üstünlüğüyle evinde ki gibi davranırken nihayet gece olduğunu fark ediyor. Baraj da mahsur kalanları artık yarın alacaktır. Çünkü bu havanın yarın hızlıca değişeceğini bilmektedir.
Ama hala endişelidir. Birkaç saat için de iklimin değişimi midir yoksa son yıllar da süreklileşen kentin değişimi midir onu endişelendiren!
Bu değişimi nasıl açıklamalıdır?
Hassas ayaklarını kurtarmıştır. Ama hassas duygularını nasıl onaracaktır?
Değişime bu kadar çabuk uyan toplum ile en kadar süre uyumlu olabilecektir.
Ve bu değişken zaman da düş’lerini nasıl kurtaracaktır?