Kent hızla büyüyor; sınırları zorlayan bir genişleme var. Bu büyüme, kentle ilgili sorunların sınırlarını da zorluyor.
Baştan söyleyeyim büyükşehirlere karşıyım.
Sürekli bir kargaşa, kaos var büyükşehirlerde. İnsan doğasını zorlayan, gereksiz bir büyüme sanki zorunluluk gibi dayatılıyor insanlara.
Şehir ve toplumsal sosyolojisi insan ekseninden öte kar-kazanç eksenli bir anlayış ve bunda odak insan değil, tüccar.
Mesela geniş yollar, dikey yapılaşma…
Gereksiz bir araç yoğunluğu var, toplu taşıma sanki bu anlayışı destekleyen bir farkındalıkla geri plana itiliyor.
Ne kadar çok araç o kadar çok yakıt tüketimi, araç yoğunluğu ve hava kirliliği demek.
Birçok araçta insanlar şehir içi yolculuklarını tek başına yapıyor.
Geniş cadde tasarımları, kaldırımlar bu anlayış üzerine kurgulanıyor.
İnsana zıt anlayış; araçları ve araç satıcılarını daha korunur kılıyor. Binlerce araç sabah saatlerinden geceye asfalt aşındırıyor, yakıt harcıyor, şehri gürültüye ve kirliliğe boğuyor.
İdeal bir şehir tarifi yapmak gerekirse; insan fizyolojisini, psikolojisini zorlamayan en fazla 1 milyon nüfuslu şehirler derim.
Mesela İstanbul Anadolu’da en 20-25 ile tekabül ediyor, ülkenin ticaret kalbi. Neden tek bir şehirde bu kadar insan yoğunluğu var. Liman şehri oluşumu, hammaddeye yakınlık mı?
Kırsallar neredeyse boşaltılıp şehirler neden bu kadar cazip hale getiriliyor?
…
357.386 kilometrekareye sahip Almanya ile aşağı yukarı nüfusumuz aynı ama Almanya'da 15 milyonluk bir şehir göremezsiniz. Onlar nüfusu ve gelişmişliği ülkelerine yaymışlar.
Biz de ise tam tersi bir durum söz konusu.
Mutlu azınlığa hizmet eden anlayışın sebebi bu zıtlıklar ortaya yaşanılması zor şehirler çıkarıyor.
Diyarbakır’da yaşanan da bu zıtlığın yansımasıdır. Kırsallardan sürekli göç alan ama daha az göç veren kentteki orantısız büyüme; her ne kadar modern bir kent modeli ortaya çıkarmayı amaçlasa da ortaya çıkan görüntü bunun tam tersidir.
İnsanları zorlayan bir irade ve dikey yapılaşmanın olduğu kente dışardan bir bakın isterseniz; kentin etrafını saran beton blokları göreceksiniz.
Kent artık insani yaşamı zorlayan ancak otomotiv, akaryakıt firmalarını ve yan sanayisini ihya eden bir görünüme dönüştürülüyor.
Geniş caddeler insanlara değil araçlara hizmet ediyor aslında. Amaç olarak da insanı gösteriyor.
Ve bu düşüncenin yarattığı yeni arsa zenginleri, kara paracıları, baronları, bankaları ihya eden bir balon ekonomiyle ayakta kalmaya zorlanıyor.
Bu balon yakın ya da uzak gelecekte bir gün patlayacak ve geriye büyükçe enkaz bırakacak.
Tarih bunun örnekleriyle dolu.
Peki, insanlar bundan memnun mu?
Başka çare olmadığına ikna edilmiş, inandırılmış ve bu motivasyonla hipnotize edilmiş zorlama bir memnuniyet var.
Sonumuz hayrola!