Pişo iki vırıxın konuşmalarına kulak misafiri olmuştu. Aşka dair konuşmaların bir kısmını duyan Pişo’yu bir efkâr bastı. Canı acayip şarap çekti. Elini cebine attı, cep delik cepken delikti. Anlayacağınız bu akşam kesikti Pişo. Bir Xençepek kırığı olarak hem kesik, hem xençerli bir yan kesici, icabında yol kesip haraç alan bir kabadayıydı. O yüzden kimse ona bulaşmak istemezdi. Yapıştı mı ripa reş kesilirdi. Şarabı tükenmeye görsün kafası bulanır morali bozulurdu.
Her dem koltukaltında olan şarap şişesi ile dost olmuştu; bi şaraba bi yola vurur giderdi. Bazen de bir yol kenarına diktiği şişeye xençeri eşlik ederdi. Bunun manası, “haraç vermeden kimse buradan geçemez” demekti. Belasına bulaşacak birini bekler, yolunu bulurdu. Hem şarap hem cıgara parası çıkardı o zaman.
İşte günlerden o gündü. Vakitlerden bir akşam vakti. Nihayetinde karnı doymuş, çayını içmiş, kadayıfı yuvarlamıştı. Karanlık aydınlığı kovmak üzereydi. Pişo kesikti, kararını verdi, yolunu bulmak için bir yol kesecekti.
Şimdi indi faytondan. Gelip oturdu Xençepekin dar bir küçesine. Mehlenin bütün yolları buraya çıkıyordu. Her dem araziye uyan Pişo, o yüzden stratejik bir yer seçmişti. Şarabını koydu bir yana, hüzünlü hüzünlü baktı şişeye, dibi görünmek üzereydi. Diğer yanına da o çok sevdiği satorunu koydu. Ayan beyan. Yanına da ne olur ne olmaz hançerini serdi. Bir yandan sator şavkıyor, öbür yanda xençer parlıyordu. Çifte dikiş yapmış, sağlama almıştı işi ne olur ne olmaz diye. Yolacağı adama gel gel ediyordu adeta. Bir de iki duvar arasına beyaz tebeşirle bir çığız çizmişti. Kimse bu çığızı/çizgiyi bac/haraç vermeden geçemezdi. Bu çizgi o manaya geliyordu kırık literatüründe. Teşebbüs edenin vay haline.
Derken bir karaltı belirdi. Küçenin başından vurmuş geliyordu bir adam. Omzunda paltosu, saati kösteki o biçimdi adamın, zinciri sallanıyordu göbeğinde. Ayakkabısının topuğuna basmış Pişoya doğru şalvarını şişire şişire tak... tak... tak... geliyordu. Adam yaklaştıkça baktı ki biri oturmuş yolun başına Deli Dumrul gibi. Hayra alamet değil bu oturuş dedi içinden. Yürümeye devam etti .. tak.. tak... tak... gelip çizginin önünde, Pişo’nun üstünde durdu. Halden anlayan adam şaşırdı. Lakin vırıx’ın küçede, qırıx’ın mehlede, kabadayının ise şeherde hükmü geçerdi.
Pişo başını kaldırıp tepesinde dikilen adama baktı.. O da ne? Adam Diyarbekir’in namlı kabadayılarından Zaza Hiko olmasın mı? Zaza da Pişo’yu tanıdı, maksadını anladı. “Pişo oğlım bize de mi?” diye sordu. Pişo bir Zaza Hiko’ya bir çizgiye baktı. Tebeşirle çizdiği çizgiyi bir yerinden elleri ile sildi. Yolu açtı, Zaza Hiko’ya dönüp, “Saan yok Zaza abi. Sen geçebilirsin” dedi. Zaza açılan yerden geçip getti. Tak... tak.., tak...
Zaza gittikten sonra sildiği yeri tekrar tebeşirle çizdi. Zaten tebeşirle tek ilişkisi buydu. Neyse ki; bir namlı kabadayıya toslamaktan son anda kazasız belasız kurtulan Pişo, yeni bir kewaşe beklemeye başladı...
İşte böyle sürüp gitti.
Qırıxın öyküsü burada bitmez.
O anlatılması güç, türkü tadında bir uzun havadır... Devam Edecek