Seksenli yıllarda tüm Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri onunla tanıştı. Yunanistan'dan Suudi Arabistan'a, Almanya'dan Afganistan'a çok geniş bir coğrafyada, milyonlarca hayran edindi. Kasetleri ve posterleri bazı ülkelerde milyonlarca satarken yurtiçinde ve yurtdışında sayısız ödülün sahibi oldu. Sesinin, fiziğinin ve servetinin vermiş olduğu güç ve güven kendisini gerçeklikten koparmış ve İlahlığa sürüklemişti. İbrahim Tatlıses, 4 Mart 2011 gecesi Maslak’ta uzun namlulu silahla açılan ateş sonucu başından yaralandı. Akabinde hastaneye götürülen Tatlıses, iki kez ameliyat edildi ve yoğun bakım ünitesine bağlandı. 6 Nisan 2011 tarihi itibari ile ailesi, tedavisinin Almanya'da sürdürülmesi isteği ile Tatlıses'i Almanya'ya götürdüler. Hızla iyileşen Tatlıses, 2 Haziran 2011 günü ''TC İbo'' adlı özel uçak ile Türkiye’ye geri döndü ve tedavisinin süreceği Maltepe'deki Daruşşafaka Rehabilitasyon Merkezine götürüldü ve daha sonra Acıbadem Hastanesi’ne nakledildi. Son zamanlarda bir televizyon kanalında Showlarına başlayan İbrahim Tatlıses, gençlerin ve yeni kuşakların ilgisini çekmiyor artık. Bu programında doğal olmanın, arınmanın, yalan dünyanın idrakinde olmanın, tövbe ve merhamet gözyaşları dökmenin kendisine bir yarar sağlayamayacağının farkında olsa gerek. Günah gözyaşlarıyla pişmanlık kendisine pek yakışmıyor artık...
Sosyal ve biyolojik bir realitedir. Zaman, geri gelmez, bir nehirde iki kez aynı şekilde yıkanılmaz ve ölü dirilmez. Her doğuşun da bir batışı vardır İnsanlar da toplumlar gibi diğerlerine göre, uzak görüşlü olma bakımından farklıdırlar. Kültüre ve manevi değerlere önem veren insanlar, daha yüce idealler taşıyor, tarih sorumluluğuna ve içinden çıktığı halkın dertlerine sahip çıkarak adeta insanların gözünde efsaneleşiyorlar. Ama nice akıllı gözüken, nice harika işler yapmış insanın, ileriyi görme özelliğinden oldukça yoksun ve nice mahrum olduğunu görmesi, insanı şaşırtıyor ve hüzne boğuyor. Büyüklenmek ve kendini üstün görmek, kötü bir ruh hastalığıdır. Bu, gayret-i Huda’ya dokunan oldukça fena bir duygudur. Mevki ve makamına servet ve güzelliğine güvenerek gurura kapılanlar, sonunda bunun acısına katlanmak zorunda kalmışlardır.
Sultan Alp Arslan, Batı Karahanlılar üzerine düzenlediği askerî sefer sırasında, Ceyhun Nehri'ni geçtikten sonra Berzem adlı bir kale komutanı Yusuf el-Harezmî tarafından hançerlenmiş ve aldığı yaranın etkisiyle 24 Kasım 1072 günü ölmüştür. Sultan Alparslan'ın ölümü esnasında söylediği sözlerle ilgili olarak tarihçiler tarafından aktarılan çok anlamlı bir anekdot anlatılır. Yusuf Harezmi (Berzemi) adlı şahıs tarafından bıçaklanması sebebiyle müteakip birkaç gün içinde vefat eden Alparslanın son sözleri çok ibret vericidir: "Ben ömrüm boyunca hiçbir zaman benlik, kibir ve kendimi beğenmiş olmak gibi şeylere kalbime yol vermedim. Hep Cenap-ı Hakk'ı düşünür ve ona verdiği nimetlerinden dolayı şükrederdim. Fakat dün tahtımda oturmuşşu muazzam ordumu görünce, kendi kendime böbürlenmeğe başladım. Hak Teâlâ'yı hatırıma getirmeyi unuttum. Artık yeryüzünde benim karşıma çıkacak kimse yok diye düşündüm. İşte bunun için Hak Teâlâ, Yusuf gibi muhakkar (hakir görülmüş) bir kimseyi karşıma çıkardı. Ben de kolumun gücüne güvendiğim ve Yusuf'u hakir saydığım için işte Hak Teâlâ bana verdiği ders... Yarı mahpus (hapsedilmiş) bir kimsenin elinde benim ölümümü hazırladı." (SON)