Döviz tevdiat hesaplarına kaçınılmaz olarak müdahale edileceğini veya bu konuda düzenleme yapılacağını önceki bölümlerde yazmıştım. Arayan ve yazan bazı arkadaşlar, devletin DTH'lere el koymasının mümkün olmadığını, bunun tam anlamıyla kaotik bir durum yaşatacağını söylediler. Ben de tamamen katılıyorum ki el koymadan hiç söz etmedim. Tekrarlamak gerekirse, DTH'lerin belirli bir oranının (benim tahminim % 20 civarında) TL'ye çevrilmesi için bazı önlemlerin alınacağıdır.
Merkez Bankasının sayfasından aldığım mayıs sonu verileriyle bu meseleye daha yakından bakmak mümkün. Türkiye'deki bütün kişi, kuruluş ve resmi kurumların toplam mevduatı ve fonları: 2 trilyon 375 milyar TL. Yani ülkenin toplam tasarrufu bu kadar. Bu miktarın çoğunluğu dolar ve euro olmak üzere yabancı para mevduatı ise 1 trilyon 118 milyar TL (döviz hesapları TCMB'nin rakamları yayınladığı günkü kur üzerinden TL'ye çevrilerek yayımlanır). Rakamlara göre Türkiye'deki toplam mevduatın % 47'si döviz mevduatına dönüşmüş durumda. Neredeyse yarı yarıya bir denge oluşmak üzere. Bu yılın başına göre TL tasarruflar ve yabancı para (YP) tasarruflara baktığımızda; TL tasarufların % 13, YP tasarrufların % 32 arttığını görüryoruz. Yani 2019 ocak ayından bu güne YP tasarruflardaki artış, TL'deki artışın 3 katına yaklaşmış. Bu verilerin helalinden bir "NEDEN" sorusuna ihtiyacı var.
AKP'nin bütün müdahalesine, vatanseverlik, ezan, millet, uluslararası komplo vs. retoriğine rağmen dövize hücumun ana nedeni olarak tek bir şey sayılabilir: GÜVEN duygusu... Arkasından sayılan diğer nedenler üvertür sınıfına girer.Temel sorun, güven duygusunun yitirilmesiyse, buna yol açan faktörleri incelemekte fayda var...
Gördüğüm kadarıyla Türkiye halkındaki güven yitiminin ana nedeni, ekonomideki şark kurnazlığıdır. "Ekonomide Şark Kurnazlığı" meselesine göz atan bir yazımı önümüzdeki günlerde sayfa arkadaşlarımla paylaşacağım. Benliğimizin en ilkel yanı, en sorunlu tarafı, ömür boyu ayak bağımız, yaralarımızın kaynağı, altında ezildiğimiz yükümüz, dejenere halimiz ve çürümüşlüğümüzün adıdır, "şark kurnazlığı"...
Son yıllarda AKP yönetimi, ekonomiyi tam anlamıyla şark kurnazlığıyla idare etmeye başladı. Ekonominin temel göstergeleriyle oynama, hesap değiştirme, hesaplama yöntemi ve parametrelerin içini boşaltma, istatistiksel hileler... Bütün bunlar ekonomide ciddi bir güven bunalımı yaratmış durumda.
Bir ülkede ekonominin anayasası, güvenebileceğiniz ve referans alacağınız en önemli makro büyüklük Gayri Safi Milli Hasıladır (GSMH). Türkiye 2018 yılı GSMH'sını hesaplarken bile şark kurnazlığıyla, hesaplama yöntemini değiştirdi ve ülkemiz bir kalem oynatmayla olduğundan daha zengin gösterildi. Bunlar olağanüstü ciddiyetsiz işler. Önümüzdeki günlerde, GSMH rakamlarının nasıl hesaplandığı ve ne ölçüde bir değişiklik yarattığını paylaşacağım. GSMH bir ülkenin bir yılda ürettiği bütün mal ve hizmetlerin, o ülkenin para birimi üzerinden değeridir. Diğer ülkelerle kıyaslayabilmek, IMF, Dünya Bankası gibi finans kuruluşları ve uluslararası mali sistemin referans alabilmesi için GSMH dolar üzerinden hesaplanır. Bu hesabı yaparken de Merkez Bankasının ilgili yıldaki dolar ortalaması esas alınır. Maalesef 2018 için böyle yapılmadı ve Türkiye'nin GSMH'sı referans rakam olmaktan çıktı. Aynı şark kurnazlığı enflasyon, işsizlik, dış borç ve cari açık hesaplanırken de yapılır oldu. Rakamlar makyajlandıkça güven azaldı. Güven azaldıkça dövize hücum başladı.
"Güven" meselesindeki çökmenin, rakamlardaki yansımasını görmek için güven endekslerine bir göz atalım:
Ekonominin bir bütün olarak vatandaş zihnindeki yansımasını, "Ekonomik Güven Endeksi" ifade eder. Endeks, 60 ile 120 aralığında izlenir. 100 sınır değerdir. 100'ün altına inildikçe ekonomiye duyulan güvenin azaldığı, 100'ün üstüne çıkıldıkça da güvenin arttığını ifade eder.
Mayıs 2019'da ekonomiye duyulan güven: 77,5
Bir diğer önemli endeks, ülkede yaşayanların mali durumu, tasarruf ve harcama eğilimleri ve genel ekonomik durumu ölçerek elde edilen "Tüketici Güven Endeksi"dir. Endeks 0 ile 200 arasındaki değerlerle ölçülür. 100 sınır değerdir. 100'ün altı tüketici güveninde azalma, 100'ün üstü ise güvende artışı ifade eder.
Mayıs 2019'da tüketici güven endeksi, 55,3 olarak hesaplandı.
Tüketici Güven Endeksi TÜİK ve Merkez Bankası tarafından anket yöntemiyle ölçülmektedir. Endeks rakamları ilk kez 2004 yılında TÜİK tarafından yayımlanmaya başlamış. 2004 yılından bu yana aylık yayımlanan verileri excell'de süzdüğümde 55,3 rakamının, ölçüm yapıldığından bu yana en düşük seviye olduğunu gördüm. Ancak ilginçtir, Bloomberg gibi ekonomi kanalları, muhtemelen "sosyal sorumluluk" icabı, bu boyutunu haber olarak bile veremediler. Sopa ekonomisiyle rakamlar hizaya getiriliyor...
Güven meselesine dair en önemli iki endeksin verileri, Türkiye'deki erozyonun somut ifadesi. Francis Fukuyama, toplumda oluşan "güven" duygusunun o toplumun sosyal sermayesi olduğunu söyler. Belli ki AKP bu sosyal sermayeyi tüketmiş. DTH'lara kaçış, tamamen bu güven erozyonunun bir sonucudur. Ergenliğini üzerinden atamayan yeni yetme çocuğa teslim edilen ekonominin güven oluşturmasını beklemek saflık olur. TV kanallarında her göründüklerinde "en kötüsü geride kaldı" diyen bu tayfa, aslında en kötünün, aylara devrettiğini anlamayacak kadar cahiller ya da bu bunu cühelaya sattıklarını düşünüyorlar.
Türkiye'nin kaynakları tükeniyor. AKP su alan gemiyi İstanbul seçimine kadar yüzdürmeye çalışıyot; çünkü bu seçimi varlık nedenleri olarak ilan etme yanlışlığına düştüler. işsizlik Sigortası Fonu, Bireysel Emeklilik Fonları, Varlık Fonu gbi temel kaynaklarda tam anlamıyla bir "çökme" söz konusu. Şu ana kadar alınan önlemler ile sorun bir anlamda ertelenmiş oldu; ancak buradan çıkışın mümkün olacağını sanmıyorum. Eldeki en önemli müdahale aracı DTH. Bununla ilgili İstanbul seçiminden sonra mutlaka doğrudan, ya da dolaylı bir müdahale geleceğini düşünüyorum. S-400 konusundaki tavır ile DTH'lere ne ölçüde müdahale edileceği arasında doğrudan ilişki var.
S-400 konusunda AKP'nin, yapılan kararlı açıklamamalara uygun davranması söz konusu değil. Rahip Brunson konusunda ne yaşandıysa, S-400 konusunda da aynısı yaşanacaktır. Cumhurbaşkanı Tinky-Winky, muhtarlara hitap ederken, Rahip Brunson'un serbest bırakılmasını isteyen ABD'ye "Bu fakir, bu görevde olduğu müddetçe o teröristi alamazsın" mesajını vermişti. Bu konuşmadan bir kaç ay sonra Brunson serbest bırakıldı. Hükümet medyası Tinky-Winky'ın imajını korumak için, Gülen'in iade edileceği haberleri vermeye, milli irade insanını oyalayan taktikler yapmaya başladı. İade haberleri boş çıkınca, Halk Bankasının ceza almayacağı, Hakan Atilla'nın serbest bırakılacağı haberleri servis edildi. Sonuç koca bir "sıfır". O fakirin yaptığı konuşma, avuçlarını patlatıncaya kadar hunharca alkışlayan muhtarların gönlünü hoşnut etmekten öte bir anlam taşımadı. Basın Tinky-Winky'a "Bu fakir görevine devam ediyor ama Brunson serbest bırakıldı" diyemedi. AKP kurmayları, Tinky-Winky imajı sarsılmasın diye onu usulca Brunson tartışmalarının dışına çektiler.
S-400 konusunda yaşananlar farklı olmayacak. Gerçi yöntem farklılıkları açıkça görülüyor. Cumhurbaşkanı Tinky-Winky, belli ki danışmanların telkinleriyle bu konuda polemik yaratacak beyanlarda bulunmuyor. En azından kendi görevini iddia konusu yapmadı. Bu durum, Brunson'dan ağzı yananın, S-400'ü üfleyerek yemesi meselesine benzedi. "S-400 konusunda geri adım gibi bir şey söz konusu değil". Tinky-Winky ısrarla bu cümleyi seslendirdi. Bu cümleden, ancak ufak tefek denilebilecek sapmalar yaşandı. "Bu fakir bu görevde..." diye başlayan bağlayıcı, coşkulu cümlelerden özenle kaçınıldı. Bu özenli hal ve dikkatli konuşmalar, S-400 konusunun muhtemel senaryalora açık olduğunu gösteriyor. Herkesin malumu; Kıbrıs'ın kuzeyi veya Azerbaycan gibi üçüncü ülke seçeneği, Aselsan'ın S-400'ün casus faaliyetini engelleyecek yazılım geliştirmesi, kullanımın çok sınırlı olması, ABD ve Türkiye'nin oluşturulacak bir komisyon ile çözüm araması (ABD sıcak bakmıyor) vs. gibi seçenekler masada.
Gelişmeler S-400'ün Türkiye'nin en değerli hurdası olacağını gösteriyor (görünen maliyeti 2 milyar dolar). Bunun haricinde daha cesur ataklar söz konusu olursa, tek seçenek, geçici bir süre için olsa bile dövizi kontrol etmek amacıyla DTH'lara müdahale etmek olur. Benim aklıma başka bir çözüm gelmiyor... Bitti