Şeyh Sait Efendi ve isyanıyla ilgili kitaplar dolusu değerlendirmeler malumunuz.
Gazeteci Cevat Korkmaz, ölüm yıl dönümünde Şeyh Sait’e farklı kesimlerce yüklenen anlamları konu alan kısa bir paylaşımda bulunmuş.
Üstten geçerek ele alınan paylaşımda şu ifadelere yer verilmiş:
“Şeyh Sait efendiyi ölüm yıl dönümlerinde muhafazakar Müslümanlar ile Seküler Kürtler ayrı sebeplerle yad ediyor.
Yeni Asya geleneğine bağlı olanlar isyanı hilafetin kaldırılmasına bir başkaldırı olarak savunuyorlar. Aralarında Zehra camiasına mensup Türkler de var. Marksist veya liberal Kürt örgütleri ise bunun ulusal bir isyan olduğunda ısrar ediyorlar.
Gene, İslam ve sol tandanslı yayın organları, Şeyh Sait’i amaçlarına uygun tarif etmişler.
Uğur Mumcu, Kürt İslam ayaklanması isimli kitabında, İngilizlerin Kürt Teali Cemiyeti mensubu Seyit Abdülkadir’den başlayarak olası isyana lider arayışını konu alıyor.
İsmail Beşikçi hoca ise, uluslararası sömürge çalışmasında ezberleri bozuyor ve 1925 ayaklanmasında İngilizlerin ayak izlerini siliyor. Bu konu bugün halen tartışılıyor
Mumcu’nun, isyanı Cihad gibi gösteren kitabının son sayfaları Abdülmelik Fırat efendiye ayrılmış. Fırat, isyanın ideolojisinin İslam olduğunu kabul ediyor; bildiğimiz şeriat...
Yeni Asya grubunun, İlhan Bardakçı imzasıyla yayımladığı “Adım Şeyh Sait” isimli kitabında ise, isyanın hilafetin kaldırılmasına Nakşi merkezli bir din baş kaldırısı olduğu savunuluyor. Derinlere indiğinizde karşınıza Taliban çıkıyor.
Başka bir detay, istiklal mahkemesi başkanı Ali Saip ile Şeyh Sait arasında yapıldığı iddia edilen anlaşma. Burada “Şeyh Sait efendininin, isyanın bir İslam ayaklanması olduğunu kabul etmesi halinde kendisinin ve efradının hayatının bağışlanacağı” not edilmiş. (*)
Yalan mı, doğru mu bilmiyoruz. Güya idam sehpasına giderken Şeyh Sait, Ali Saip’e, “Hanı Hınıs’ta koyun kesip yiyecektik” diye sitem ediyor. Bunu da, yıllar sonra İlhan Bardakçı’nın oğlu Murat Bardakçı’nın Hürriyet gazetesinde yayınlanan makalesinden okuyoruz.
İsyan veya Cihad, Şeyh Sait’e bulaşan devlet yanlısı olsun, olmasın herkes idam edildi, aileler Anadolu’nun ücra köşelerine sürüldü. Sonuçta hepsi Kürt’tü ve statülerinin değeri yoktu.
Kemal Süphandağ, Ağrıdağı isyanı çalışmasında, ayrı saflarda yürüyen Kör Hüseyin Paşa ile Said’i Nursi’nin ortak akibetini anlatıyor. İsyana hevesli kör Hüseyin paşa ile onu caydıran Said-i Nursi’nin el ele kelepçelenmiş sürgün yolculuğu, devlet nezdinde Kürdün cahş veya asi olmasının önem taşımadığını hazin bir şekilde anlatıyor.”
…
Konuyu anlamak adına İsmail Beşikçi Hoca’nın “Üç Kürt” başlıklı yazısındaki şu değerlendirmeye bakmakta fayda var sanırım:
1954-1961 Cezayir Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde, din anti-emperyalist, anti-sömürgeci bir işleve sahip olmuştur. 1919-1922 arasındaki Türk ulusal mücadelesi için de aynı şeyle söylenebilir. Bu mücadelede padişahı, hilafeti, saltanatı, dini, Müslümanlığı kurtarmak, korumak önemli bir slogan olmuştur. Halk bu sloganlar etrafında toplanarak, yabancı güçlere karşı örgütlendirilmiştir. Ama Kürd ulusal kurtuluş mücadelesinde durum çok farklıdır. Bu mücadelede Kürdlerin ulusal talepleri, örneğin Kürd dili ile ilgili talepleri, her zaman din kullanılarak, Müslümanlık kullanılarak bastırılmaya çalışılmıştır. Din, bu mücadelenin bastırılmasında etkin bir rol oynamıştır. İslam kardeşliği, ümmet kardeşliği, bu taleplerin yaşama geçirilmesini engellemek için kullanılmıştır.
…Bu bakımdan, Müslüman Bengal halkının, Müslüman Pakistan Devleti’ne karşı verdiği ulusal kurtuluş mücadelesi dikkate değer bir olgudur. Bu mücadelede 1950’lerde, Bengal halkının ulusal isteklerini ileri sürmesi karşısında, Pakistan devleti, Pakistanlı aydınlar, “biz Müslümanız, sizin talepleriniz İslam kardeşline aykırıdır, ümmet kardeşliğine aykırıdır…” şeklinde tepki gösterdi. Müslüman Bengal halkı ise, “biz kardeş değiliz, siz ülkemizi işgal ettiniz, dilimizi yasakladınız, böyle kardeşlik olmaz…” diyerek bu anlayışa karşı çıkıp ulusal taleplerinin ısrarla takipçisi olmuştur. Müslüman Pakistan Devleti’ne karşı, Müslüman Bengal halkının bu tutumu çok önemlidir.
…
Her ne kadar kendine özgü şartlar içinde (zamanlaması kendi iradesi dışında gelişmiş olsa da) Şeyh Sait efendiye, takipçileri kendi fikirleri doğrultusunda bir anlam yüklemiş ve bugüne taşımıştır.
O yüzden değerlendirmeleri alıp bir yere oturtmak zor.
Tüm kesimlerce kabul görmesi ve anlamlandırılması; Şeyh Sait Efendi’nin aslında halk içinde gördüğü karşılığa işaret etmesi açısından önemli.
…
(*) Aynı konuyu İsmail Beşikçi Hoca şöyle değerlendirmiş: Şeyh Said’in (1865-1925) ve dava arkadaşlarının yargılanmasını hatırlayalım. Mahkeme heyetinde Ali Saip Ursavaş (1885-1939) isimli bir hakim vardı. O’da bir Kürd’dü. Revandizli bir Kürd. Askeri eğitimini, İstanbul’da Osmanlı Askeri Akademilerinde almış bir Kürd. Şüphesiz, Jön Türklere, İttihatçılara, daha sonra da Kemalistlere çok yakın bir kişi. Şeyh Said’le, mahkeme dışında, cezaevine giderek yaptığı görüşmelerde, “biz şeriatı getirmek için kalkışma yaptık” dersen küçük bir ceza ile kurtulman mümkün…” demeye, onu aldatmaya çalışan bir hakim. “Dediğim gibi davranırsan, kısa bir süre sonra, Hınıs’da kuzu çeviririz…” diyen bir hakim…