Akşamın serinliğinde ferah bir kaç saat düşlerken, bedenimin üstünde ağırlık yapan kafamın sözlere esir oluşu, duyguların intiharı ve sona gelinen heyecanlı hislerin artık yok olması an meselesiydi. Kapanacaktı eski sayfalar. Açılmayacak kadar eskiyecekti yaşanmışlıklar. Ama unutulması imkansız anıların hayallerde cirit atması bir gülüşe hapsedecekti bedeni. Bir sağa bir sola eğerek gülüşlerin adeta şehir merkezine dönüşen yüzünün, kenar mahallelerinde çulsuz gezen duygularımı, ümitsiz beklentilerimi ve olmayacak düşlerimi sahipsiz bıraktım.
Zaten sahipsiz doğmamış mıydı umutlar?
İstediğini elde edenin zaten umuda ihtiyacı yoktu. Çünkü Umut ettiği de etmediği de, her şeye sahip olmuştu. Umut; olmayacakları hayalen olduran, görülmeyenleri gördüren, yaşanmayacakları yaşatmayı taahhüt eden, belki bir gün olur diyerek insanları avutan ama aynı zamanda bu şekilde yaşamın devam etmesini sağlayan en büyük bahaneydi. Umut etmek, bugünü yarına vardırmaktır. Olmayacağını bile bile olacağını tahayyül etmektir. Yaşama sevincidir.
**
Müthiş baş ağrısı. Sol gözümün tamamını titretiyor. Diğeri kan çanağı. Uykuyu unutalı günler oldu. Kafamı kurcalayan onlarca düşünce. Hani bir söz vardır '' kafamın içinde kırk tane tilki ve hiç birisinin kuyruğu birbirine değmiyor. '' İşte aynen de öyle. Ama benimki ise tilkilerin yaşam sahasında gezmekti. Kuyruğunun birbirine değmesini geç, birbirini görmüyorlar bile. O kadar uzakta olsa aynı merkezi meşgul ediyorlar.
**
Masanın etrafında yerleri koklayan köpeklerin, masada bize eşlik eden kedilerin, ağaçtan yerlere talih dağıtan gübreleriyle gökyüzünü paylaşan kuşların bir tek isteği vardı. Yaşamak. Yaşamak, canlıların yegane gayesi olarak başlar ve sonra başka gayelere gark eder beyinleri. Aynı yaşamda kendini değerli hissedenler ve karşısındakini değerli hissettirenlerin düellolarına sahne olur. Değerli hissedenler kendisine toz kondurmazken, değerli hissettirenler kendinden vazgeçmiştir çoktan. İki farklı karakterin yaşamı anlamlandırdığı bir hengamda bazıları da şekersiz çayın kaşığı gibi gereksiz görünür. Oysa hayatında ses getirenler onlardır. Karıştırmadan anlam bulmaz bazı kelimeler. Şeker koydun mu çaya, çayın tadını artık şeker almıştır. Şerbet olmuştur belki de. Adı, tadı, anlamı her bir şeyi değişmiştir.
**
Hayatımın dününü anlatacak anılarım yok bazıları gibi. Yarını da görmedik ki iyi kötü yorum yapalım. Ben bu hayatın şekersiz çayında boşa karıştıran bir kaşık gibi gördüm varlığımı. Kimse için şükür sebebi olmadım belki de. Öylesine bir yaşamın kıyısında tesadüf yaşayan, maddeyi tamamlamak içindi sanki bedenim. Küre de bir hacimdi sadece. Yer kaplayan, kalabalık oluşması için kullanılan bir figüran olmaya gelmiştim sanki. Değersizdi duygularım. Anlamsızdı konuştuklarım.
Sormadılar ki bana.
Senaryomu okumadım ki?
Karakterimi bilmez, hangi oyunda nasıl davranacağımı bilmezdim. Nerde güleceğim yazılı değildi. Belki de unutulmuştu hikayede. Oysa çılgınca kahkahalar yer almalıydı hayatımda. Sesim arşı titretmeliydi. Nedense o da yok. Sağlık olsun.
**
Varlığımla rahatsız ettiğim yürekler, gönül saraylarında bir odanın köşesinden bir oturmalık yeri bile çok gördüler. Ve sonra o saraylarda bedenimi, yüreğimi, aklımı yönettiler.
**
Hayatımız bir film. Bunu ileriki yaşlarda anlayabileceğiz. Gözlerimizin önünden bir şerit gibi geçecek. Çocukluğumuz, gençliğimiz, yaptıklarımız, yapamadıklarımız. Hüzünlerimiz, gülüşlerimiz, neşemiz, yaşadığımız her şey. Ama her şeyi fark edip kendimize geldiğimizde film bitmiş olacak ve tek yazı.
The End. (Son.)
Sevgi ile kalın.