Napolyon, 1812 yılında, verser ya da niverser le sang de ses peuples/kendi halkların kanını dökenin kendi elinde olduğuna (Aleksandr’ın son mektubunda ona yazmış olduğu gibi) her zamankinden çok inanıyor olmasına rağmen, onu ortak gaye için, tarih için yapılması gerekenleri yapmaya zorlayan (ona, bunları kendi iradesiyle yapıyormuş gibi geliyordu)kanunlara asla o zamanki kadar boyun eğmemişti.
Batı’nın insanları başka insanları öldürmek için Doğu’ya doğru hareket etti. Pek çok şey, sebeplerin denk gelmesi kanuna uyarak kendi kendine oldu ve bu hareket ve savaş için gerekli binlerce küçük şey bu olayda denk geldi: kıta sistemine uyulmamasına edilen sitemler, Oldenburg dükü, barışın silahla sağlanabilmesi için (Napolyon’a böyle geliyordu) birliklerin Prusya’ya girmesi, Fransız imparatorunun, halkının eğilimine denk düşen savaş sevgisi ve alışkanlığı, hazırlıkların ihtişamında duyulan heyecan, hazırlık masrafları, bu masrafları karşılayacak geliri elde etme ihtiyacı, Napolyon’un Dresden’de aklını başından alacak kadar onurlandırılması, çağdaşların görüşüne göre barışı sağlamak için samimi bir arzuyla yapılan ama sadece iki tarafın da onurunu yaralamakla sonuçlanan diplomatik görüşmeler ve yaşanan olay nedeniyle ortaya çıkan, ona denk gelen milyon kere milyonlarca başka sebep.
Elma olgunlaşınca düşer…
Peki, neden düşer?
Yerçekimi yüzünden mi, sapı inceldiği için mi, güneşten kuruduğu, ağırlaştığı, rüzgâr salladığı için mi, altında duran çocuk onu yemek istediği için mi?
Sebep hiçbiri. Bunların hepsi sadece bütün hayati, organik, doğal olayın meydana geldiği şartların denk düşmesidir. Elmanın, hücresel dokusu ayrıştığı için düştüğünü söyleyen botanikçi de, ağacın altında onu yemek isteyen ve bu amaçla dua ettiği için düştüğünü söyleyen çocuk da eşit derecede haklıdır. Napolyon’un Moskova’ya, gitmek istediği için gittiğini ve Aleksandr, mahvolmasını istediği için mahvolduğunu söyleyen kişi de haklı ve haksız olacaktır: Milyon pud ağırlığındaki, altı oyulmuş bir dağın, son işçi son kazmayı vurduğu için devrildiği söyleyen kişinin haklı ve haksız olacağı gibi. Tarihsel olaylarda büyük olarak adlandırılan insanlar, olaya isim veren etiketlerdir ve bütün etiketler gibi olayın kendisiyle çok küçük bir ilgiler vardır.
Onlara, kendi istekleriyle yapmışlar gibi görünen bütün eylemler, tarihsel anlamda istemsizce yapılmıştır, tarihin akışına bağlıdırlar ve sonsuzluk içinde önceden belirlenmiştir.
…
Evet, bunun üzerinden biz gelelim kendi savaşımıza. Tolstoy’un uzun tespitlerinden sonra şöyle birkaç çıkarım da bulunabilirmiyiz?
Bu coğrafyada (Suriye özelinde) yaşanan ne ilk ne de son savaştır.
Her savaşın/olayın; sebep-sonuç ilişkilerinde kendine özgü koşulları vardır ve bu yadsınamaz bir gerçekliktir.
Bugün yaşadıklarımız da insan odaklı tarihsel döngünün/akışınınbelirleyicilerinin ürettikleri tüm sebep-sonuç ilişkilerinin birer parçasıdır.
Suriye, İran ve Suudilerin başını çektiği bir kısım Körfez ülkeleri, Türkiye ile sorunlu olan komşularken, (tıpkı bu güç dengelerine etki eden dış aktörler gibi)kendi içlerinde uzun yıllara dayanan düşmanca bir kısır çatışmanın ana aktörleridir aynı zamanda.
Rusya’nın, ABD ve Batı Avrupa ile sorunlu olması kadar, alandaki güç çatışmasının taraflarının çetrefilli ve gelgitli ilişkilerinin aradan geçen dokuz yıldaki seyri de sürpriz sayılmaz.
Gelelim kendi ahval ve şeraitimize!
Sahada sürekli değişen pozisyonların altındaki sebepleri bu ilişkilerle kısmenanlayabilir; 600 yıllık Osmanlı bakiyesinden geriye bırakılan Türkiye’nin merkezine Kürtleri aldığı politikadan kaynaklı son beş yıldaki ‘gel-git’leride çözebiliriz belki.
…
Sözün özü; elmanın daldan kopmasına sebep olan etkenleri herkes kendine göre yorumlarken, altı oyulmuş dağa, son işçinin son darbeyi vurmasına ramak kaldı! Bitti