"Bu dünyadan Nazım geçti". Bir daha geçer mi bilinmez. Her dönemde büyük bir hayranlık duydum ustaya. Kimi zaman bu hayranlığı kendime sakladım, eşe dosta çaktırmadım. Bu çaktırmama hali, Nazım'ın Kürt meselesine mesafeli durmasıyla ilgiliydi... Neticede bu dünyada yaşamış 10 büyük şairi sayarsanız, Nazım'ın mutlaka orada olması gerekir. Tercihen değil, gereklilik olarak oaradadır Nazım... 1971 yılında Nobel edebiyat ödülü alan Neruda'nın; Nazım için "Biz onun yanında şair bile olamayız" demesi, hürmeten söylenmiş bir cümlenin çok ötesindedir.
Nazım'ın beni en çok etkileyen şiirlerinden biri "Salkım Söğüt"tür. Hikayesini daha sonra öğrendim. Hikayesinden sonra daha da ilginç hale geldi. Şiir, yakın dostu, yol arkadaşı, yoldaşı Vala Nurettin'e yazılmıştır. Vala ile Nazım, 1921'de emperyalizme karşı mücadele için İstanbul'dan Anadolu'ya geçen iki dava arkadaşıdır.
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
İlk dizede, güneşin battığı yere koşan "kızıl atlılar" Nazım, Vala, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz gibi TKP'li gençlerdir. Ancak Nazım ile Vala'nın yoldaşlığı kader arkadaşlığı denilecek düzeydedir. Anadolu'da bir müddet kaldıktan sonra iki arkadaş Moskova'ya geçer ve orada Doğu Üniversitesini birlikte bitirir, Türkiye'ye birlikte dönerler. Ancak döndükleri Türkiye, yeni bir siyasi iklimle karşılar onları. Aristokrat bir aileden gelen vali çocuğu Vala, sert esen rüzgara karşı duramayacak kadar kırılgandır. Bu kırılganlık aynı zamanda yol ayrımıdır.
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Nazım, mücadelenin özgür ruhunu "kanatlar" ile tasvir ediyor. Kanadından vurulan Vala, yuvarlanıyor atından. Nazım, burada arkadaşına toz kondurmuyor. Atından yuvarlanıyor ama bağırmıyor. Belli ki geride kalmış olanı, davaya ve arkadaşlarına ihanetle suçlamıyor.
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Arkadaşını ihanetle suçlamıyor ama dört nala giden atların köpüklü boynuna bir daha yatamayacağı için hayıflanıyor. Sert rüzgara karşı duran, boyun eğmeyen ve dik kafalı olarak bilinen Nazım, Ordu'yu isyana teşvikten en verimli yıllarını cezaevinde geçirdi. Nazım'ın dayısı,garp cephesi komutanı, Atatürk'ün sınıf arkadaşı Ali Fuat Cebesoy'un girişimleri de Nazım'ı yolundan çeviremiyor. Nazım cezaevine girerken, Vala komunizmden iyice uzaklaşır...
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...
Nazım yukarıdaki dizeyi, Vala'nın gözünden tasvir ediyor. Kanadından yaralı Vala, nal seslerini dinliyor ve nal seslerinin ritmi perde perde uzaklaşıyor ondan. Atlılar güneşin battığı yerde kayboluyor, belki de güneşe ulaşıyorlar... Vala sadece izleyebiliyor. mavi gözlü devi. 1951'de afla çıkıncaya kadar Nazım'ı her yattığı cezaevinde ziyaret ediyor ve sürekli mektuplaşıyorlar. Vanu, Nazım'a duyduğu hayranlık, hatırasına saygı ve belki de pişmanlıkla, Nazım'ın ölümünden 2 yıl sonra "Bu Dünyadan Nazım Geçti" kitabını yazıyor.
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!
Yukarıdaki dize bizzat Nazım'ın kendisi içindir. Geride kalanın olduğu gibi menzile ulaşanın da ortak son olan, ölümde birleştiği anlatılıyor veya bana öyle geliyordur.
Ağlama salkımsöğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!
Ölüm ortak payda olsa da kara suyun aynasında el bağlamamak ve ağlamamak Nazım'ın o malum dik kafalı halinin bu şiirdeki noktası gibidir...