Divan edebiyatı şairlerinin, kendi kişisel yaşantılarıyla ilgili bilgi vermeleri pek adetten değildir. Bu nedenle hayatlarının pek çok yanı, hep meçhul kalmış ve ancak kaynakları tarayarak deyim yerinde ise, ”iğneyle kuyu kazıyarak” bu bilgileri elde etmek ancak mümkün olabilmiştir.
Sezai Karakoç, adeta ezberi bozacak tarzda hayatının belli bir dönemini içeren Hatıralar’ını yazarak başka yerlerde bulunması güç, hatta imkânsız bilgilerden haberdar olmamıza ve bunları elde etmemize yardımcı olmuştur. O, 1956 yılında çıkmakta olan Büyük Doğu’nun günlük olarak yayımlanan sayısının, haftada bir “Sanat ve Edebiyat Sayfası”nı hazırlayanıdır bu dergide.
Sezai Karakoç, konuyla ilgili olarak çok ilginç bir anısın aktarır bize… Diyor ki:” O zamanlar Büyük Doğu’da yazı yazan Aziz Nesin, Necip Fazıl’dan parasının arttırılmasını isteyince,-Aziz Nesin’in cimriliği dillere destandı- o da bir yazı daha vermesi şartıyla bu teklifi kabul eder. Bunun üzerine Üstat; benim sütunumu, yani “Bizimkiler Sütunu” nu da Aziz Nesin’e verdi. Böylece Aziz Nesin’le “halef-selef” olduk. İşin tuhafı da “selef”(önceki) bendim,”halef” (sonraki) Aziz Nesin’di.
Ben, o sütunda daha çok ideolojik perspektiften başyazarlara bakıyor, işin özü açısından eleştirilerde bulunuyordum. Aziz Nesin’se, sadece kelime oyunları yaparak entipüften tenkitlerle geçiştiriyordu.”
Oysaki sanatçı, insanın kafasında soru işareti bırakmalı, rahatsız etmeli onu. Çünkü rahatsız olan, rahatsızlığını gidermek için didinip durur daima. Sanatçı, dünden ve bugünden çok, yarını düşünebilmeli ve bunu dillendirebilmelidir. Dünden ve bugünden kopmadan yarınları gösterebilmede başarı elde etmelidir sanatçı. Toplumsal yaşam, sanat eserini belirlerken, sanat eseri de toplumsal yaşamı ve güzel bir dünya kurma anlamında belirlemeye çalışmalıdır esas amacı. Mizahta başarılı olduğu söylense de Aziz Nesin, savaşsız, sömürüsüz, eşit ve özgür bir dünya peşinde koşmayı, başarılı mizah kalıplarıyla ifadede zirveye tırmanmak için didinmiş, fakat tepe noktasına ulaşmayı pek başaramamıştır.
Karakoç, İstanbul’a geldiği o tarihlerde durmadan ev değiştirerek, bu kentin bir semtinden öteki semtine taşınıp durmaktadır daima. Yaşadığı bu sıkıntılı ve elemli durumu, yarı şaka, yarı ciddi şekilde şiir kalıplarına dökmenin ve kiralık ev aramanın serüvenini yansıtır şiirine. Karakoç:
“Ben ölmedim yalnız kaldıysa da ayaklarım
Eridiyse de başım inceldiyse de üst yanım
Bir porsuk karnını geceyi deşip buraya çıktım
Daha dün kiracının rüyası bu kente indim
Gün doğmadan kiralık ev aradım Şehzadebaşı’nda
Geceye bir kartal gibi çarparaktan”
Derken, çekilen çileyi, belli bir noktadan ele almakta ve daha o zamanlar baş gösteren kiralık ev problemi karşısında sıkıntıları dile getirmekle, ne kadar ileri görüşlü ve çile çeken bir sanatkâr olduğunu kanıtlamaktadır.