-Bırakın şu veremli kadını…
O kadar kızıyorum ki, elimdeki kiraz çekirdeğini bir sıkışta suratına fırlatıyorum. Çekirdek “tınnn” diye annemi babama boşatmak isteyen acuzenin altın çerçeveli gözlüğüne çarpıyor.
Ben yemekten kalkıyor ve koşar adım ve polis merkezine giderek “Merkez Memuru” şimdiki tabiriyle Emniyet Amiri dayıma, kardeşine edilen hakareti hıçkıra hıçkıra anlatıyorum.
-Keyfine bak diyor dayım, Allah onlara cezalarını verir.
Yenge Zehra Hanımın iki kız evlatlığından biri veremden öldü. Annemse 90 yaşına yakın öldü."
Çilekeş Bir Anne:
Üstad: “Ne aldımsa, annemden, hayatı boyunca masum ve mazlum bu kadından aldığıma inanıyorum. Baba kolları ikinci planda…”
Necip Fazıl için anne, her zaman kendisine sığınak olan, yanından hiç ayrılmadığı “tek varlık”tır.
Bir hastane koğuşunda şiire yönelişine sebep olan anne, Necip Fazıl’a göre evde hep silik bir çehredir.
Mediha Hanım, Necip Fazıl’ın hayatının hüznü ve elemidir her zaman. Babası Fazıl Bey, annesini terk etmiş ve kısa süre içinde bir başka kadınla evlenmiştir. Bunun için babasına olan öfkesinin, kızgınlığının ve hıncının aksine, annesine olan sevgisi, tutkunluğu, bağlılığı ve ilgisi oldukça fazladır.
Heybeliada Deniz Harp okulunda okurken, bir gün annesi okula gelir, fakat Necip Fazıl ile görüştürülemez. O, annesini, uzaktan, bir ağacın arkasında seyir eder ve ağlar. Bu durum, onun hayatının bitmeyen ve tükenmeyen ilk derin ve üzüntülü ağlayışıdır.
Yirmi küsur yaşında babamdan dul kaldıktan sonra, top yekûn küsen, bütün ömrünü uğultulu konakta başlayarak bir beslenme halinde ezilmekle geçen nihayet hastalanan, kurtulan, çocuğunu (beni) dişlerinden taşıyarak büyüten, bu defa kendini erkek kardeşlerinin hizmetinde harcayan, Müslümanlıkta ve derinlikte annesine eş büyük kadın, bazı şiirlerimde de tüttüğü gibi en köklü zaafım…
Gözlerinde aksin derin bir hiçin
Kanadın yayılmış çırpınmak için
Bu kış yolculuk varsa, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim.
Çocuk denilecek yaşta on dört-on beşinde iken Abdülbaki fazıl Bey’le evlendirilmiş, uğultulu bir konakta çok acı bir mazlumluk hayatı sürmüş, genç yaşta ve erken vakitte dul kalmış, bir daha evlenememiş, geçirdiği ağır hastalık ve maddi sıkıntılara rağmen, bütün umudunu bağladığı biricik evladına bağlı vaziyette, 90 yaşına yakın bir ömür sürmüş ve 10 Haziran 1977’de vefat etmiştir… Mezarı, İstanbul Beylerbeyi/Küplüce mezarlığındadır. (BİTTİ)