Geçen haftalarda seri halinde çıkan yazılarımızda bu kavgayı gündeme taşımıştık. İlkyazımızda bu iki yazar-şairin dostluklarını irdelemiştik. İkinci yazımızda ise, Peyami Safa ile Nazım Hikmet arasında başlangıçta dostluk şeklinde başlayan ilişkilerin git gide bozulmaya başladığını ve bu dostluğun yerini, kalem kavgası ile kötü bir noktaya doğru yol aldığını görmüştük. Bu yazımızla inşallah konuyu tamamlayarak kavgaya son noktayı koymuş olacağız.
Ağır kelimelerle Peyami Safa’ya yüklenen Nazım Hikmet, onu hedef tahtasına oturtarak saldırı oklarının nişangâhı haline getirir. Namık Kemal’in adı da karışır bu ikili arasındaki kavgaya… Nazım Hikmet, saldırısını şöyle sürdürür:
“Bir düşün oğlum,
Bir düşün, ey, göbekli patron veletlerinin
"Doğru yol" göstericisi,
Bir düşün ey yetim-i Safa,
Bir düşün ve hatırla ki, son defa:
O, takma aslan yeleli Namık Kemal üstadın senin;
Abanoz ellerinden
Zenci kölesinin
Som altın taslarla şarap içerek
Ve "didar-ı hürriyet"in dizinde
Kendi kendinden geçerek:
"Yüksel ki yerin
Bu yer değildir,
Dünyaya geliş
Hüner değildir!" demiş...
Sen de yükseldin uyup
Onun sesine
"La dam o Kamelya"nın fesli figüranlığından
Ahmet Haşim’in "Degüstasyon"daki iskemlesine.
Bir düşün oğlum!
Bir düşün ve mezarların hududunu aşma!
Kendine güven üstat
Babana değil,
Bir ölüyü koluna takıp dolaşma!
Öyle zart zurt eşilmez toprağı gidenlerin!
Rahat bırak oğlum
Rahat bırak uyusun
O muhterem "şehid-i hürriyet" Bey pederin!
Hem böyle daha iyi…
Çünkü bak ortada
Ne yeni bir İngiliz-Boer
Harbi var,
Ne de tebrik isteyen bir İngiliz elçiliği...
Ölüleri rahat bırak oğlum.
Rahat bırak uyusun benim de gidenlerim!
Sen de bilirsin ki ben
Ne dedemden
Miras bekledim,
Ne babamdan şeref, şan!
Hasep, nesep, kan, soy sop işinde yoğum.
Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum
Ne de tecrübelik bir tavşan.
Ben sadece ölen babamdan ileri,
Doğacak çocuğumdan geriyim,
Ve bir kavganın adsız neferiyim.”
Nazım, kendine özgü tarzıyla ve daha önceki dostluk günlerindeki Peyami Safa hakkında sahip olduğu bilgileri gündeme taşıyarak onun kirli çamaşırlarını birer birer dökmeye çalışır:
“Sen her gece
El ayak çekilince
"NuvelLiterer"in
Bir arşınlık duvarından aşarak
Ve parmaklarının ucuna basıp dolaşarak
Yapraklarında onun,
Apartırsın satırlarını birer birer
Cingözle beraber.
Fakat her duvar
Bir karış değildir.
Her duvardan atlamayı kesmez senin gözün
Ve her fikrin açılmaz kapıları
Maymuncuğuyla Cingözün…
Okuman lazım evlat...
Evirip çevirmeyi, göze girmeyi, falan filan
Bırakıp
Okuman.
Bir düşün oğlum,
Bir düşün ey yetim-i Safa,
Bir düşün ve benden öğren ki son defa:
FİKİR dediğin şeyin
Karabet ustanın uduna benzemez suratı.
O, ne şapırtılarla çiğnenen bir sakız,
Ne "Vatan-Silistre"de Abdullah çavuşun tiradı,
Ne de "Bir Akşamdı"da müteverrim bir bayan ilacıdır.
O, şahlanmış bir savaş kılıcıdır.
Bu ata atlayacak yürek
Ve bu kabzaya bilek
Gerek...” (Devam Edecek)