Necip Fazıl da Aynı Hücrede
Musa Anter ile Necip Fazıl arasında bir tanışıklık ve dostluk vardır. Kendi merceğinden Necip Fazıl’a bakarak onu şöyle tanımlar: “Necip Fazıl, aslen Maraşlı ve Dülkadiroğullarından olduğunu söylerdi. Karısı Kürt idi. Bir de büyük bir asabi hastalığa yakalanmış, yani bir nevi deli olmuş, hiçbir tedavi sonuç vermemiş. Onun anlattığına göre, Eyüp’te oturan Şeyh Abdülhakim’in dergâhına iltica edince iyileşmiş. Eh hem Kürt damadı ve hem de bir Kürt şeyhin müridi olunca, Kürtlere sempatisi vardı. Bu arada bana da çok yakınlık gösterirdi. Bir gün bana dedi ki, “Bak Musa Vallahi Türküm ama yine de yemin ediyorum ki, Kürtler, Türklerden daha sadık, daha inançlı ve daha iyidirler. Tabii ben ‘Estağfurullah’ dedim. Sıkça görüşürdük. Bir ara gözükmedi. Ben de sormadım. Meğer gözaltına alınmış. Kadıköy vapurunda rastlaştık. Nerelerde olduğunu sordum. Tutuklandığını ve Harbiye’deki ve 38 numaralı hücreye konduğunu, bu hücrede bir gün kaldığını ve hücrenin halinden sabaha kadar İhlas-ı Şerif okumasaymış deli olacağını anlattı. Halbuki 38 numaralı hücre benim hücremdi ve orada beş buçuk ay kalmıştım. Bunu ona anlatınca, şaşırdı. Hatta her bakımdan benden büyük olduğu halde elimi öpmeye kalkıştı. “Birader, eğer orada beş buçuk ay kalmışsan Lalettayin (sıradan) bir adama değil, sana Hazret-i Yusuf ve Hazret-i Eyüp’e bakıyormuş gibi bakmak lazım. Diyerek bana iltifat etti.
Hatıralarımız ve Necip Fazıl Kısakürek’in maceraları çok. Burada hatıralarım arasında Necip Fazıl’ı uzun süre tutmak istemiyorum”
Musa Anter ve Necip Fazıl gibi insanlar, her çağda bu dünyaya ancak bir veya iki kişinin gelebileceği ender yaradılışlı insanlardandırlar. Bu dünyaya gelişleri üç kişi değil ve büyük bir şanstır toplum için…
Ben İstanbul’da yapılan iki toplantıda Musa Anter’in her ikisinde de konuşmacı olarak katıldığı panelde kendisini dinlemiştim. Pervasızca konuşuyor, müthiş espriler yapıyor ve nüktelerle konuşmasını süsülüyordu. Bir bilge insandı, Hürriyet yazarlarından Oktay Ekşi’yi tanımlarken o konuşmasında “Hakikaten kendisi ekşidir” demişti.
Anter’i tanıyanların: “Musa Anter denince, benim aklıma üç önemli niteliği, boyutu geliyor. Sadece duygusallığa değil, akla da dayalı bir Türk-Kürt kardeşliğinin militanı, bir mizah ustası ve nihayet bir gazeteci…
Türk-Kürt kardeşliğinin militanlığını yapan Anter’in bu yanına önümüzdeki dönemlerde çok daha fazla ihtiyaç duyacağız. O, Marmara denizi ile Van Gölü’nü, Uludağ ile Cudi’yi eşit gören, Ahmet ile Şehmuz’u birleştiren bir düşünce adamı.
Ortadoğu’nun bu hem güllü hem de silahlı dünyasından bıyık altından gülümsetecek öyküler yaratırdı sohbetlerinde, yazılarında. Kürtler kadar acı ve cefa çekmiş bir halkın da gülmeye, eğlenmeye hakkı olduğunu savunurdu hep ve onun mizahı şimdiki gibi şaklaban kakara kikiri cinsinden değildi.”
Necip Fazıl gibi Musa Anter’in de hayatı hep sıkıntı ve çilelerle geçti. O zindan bu zindan, o Sıkıyönetim bu Sıkıyönetim dönemlerinde kitapları müsadere edilip yok edildi. 20 Eylül 1992 yılında devletle işbirliği içinde olduğu anlaşılan ve sonradan milletvekili olan Orhan Miroğlu’nun da içinde bulunduğu bir tezgahla Diyarbakır Seyrantepe semtinde katledildi.
Necip Fazıl ve Musa Anter, heyecan, düşünce ve inanç arasındaki ilişkiyi sağlama düzleminde kendi davaları uğruna eğilmeden sürekli yürüdüler ve milyonların kalbinde sevgi ve iz bırakarak gittiler…. (SON)