Müslüman ülkelerin ve halkların bugünkü durumu, gizli ya da açık şekilde ifade edilmese de onların geri kalmışlığının temelinde, israf ve belli amacı olmayan savaşlara anlamsız harcananmaddi kaynakların heba edilmesinin yattığı bir realite olarak karşımıza çıkmaktadır.İslam uygarlığının son çağlarda büyük bir krize girdiği ve bu krizin hala sürdüğü birçok kişi tarafından ileri sürülmektedir ki, bunda gerçeklik payı oldukça fazladır.
İslam uygarlığı neden bu krize girdi ve Müslümanlar neden geri kaldılar ve rahat yüzünü göremiyorlar? Kuşkusuz bunun birçok nedenleri vardır. Tarihçiler, sosyologlar ve düşünürler, kendi görüşleri çerçevesinde ve çoğu kezbirkaç açıdan bu konu üzerinde az veya çok durmuş ve görüş belirtmişlerdir.
Birçok nedenler arasında kader konusu gösterilirken, çağımızda İslam ülkelerinin har vurup har savurması, emirlerin, kralların ve devlet başkanlarının saraylara çekilip buralarda tarifi imkânsız bir israf içinde olması ve özellikle savaş ve silaha harcanan paraların had ve hesabının olmaması, halkları büyük bir sıkıntıya sokmuş ve fakirliğin içine itmiştir.
Osmanlının duraklama ve gerileme nedenleri üzerinde durulurken birkaçına işaret edilmekte ve zaman zaman bunlar gündeme getirilmektedir. Ancak Niyazi Berkes, "Türkiye İktisat Tarihi" isimli eserinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş nedenlerini araştırırken, kimsenin aklına ekonomik nedenleri irdelemenin gelmediğini söyler.
Berkes, buna örnek olarak tarihçi Naima'yı (1655 - 1716) gösterir. 6 ciltlik Naima tarihinde Osmanlı düzeninin tam ihtilal içinde olduğu, baştanbaşa dağılmaya doğru evrildiği anlatılır. Naima, bunu tespit etmeye, hiçbir tarih yazarının göstermediği ölçüde yapar ama bu bozuluşun ekonomik nedenlerini hiç sorgulamaz. Oysa Naima bir maliyecidir, ama aklına bu sorular hiç gelmez. Ona göre düzenin eskimesi ve ihtiyarlaması bunun nedenidir.
Berkes, Naima'dan sonra artık umutsuzluk döneminin başladığını söyler. Bu umutsuzluk şöyle bir görüşü de beraberinde getirir:"İdeal düzen, nasıl Tanrı'nın yarattığı değişmez bir âlemin düzeni idiyse, şimdi de bozuk düzenin, Tanrı'nın yarattığı kötü ve aşağılık dünyanın bir gidişidir."
Elbette bu kolaya kaçmaktır, ekonomik nedenleri düşünmeden her işi -sümme haşa - Allah'a yıkmaktır.Berkes, bu görüşü Padişah, Şeyhülislam, Sadrazam ve tasavvuf erbabının manzum konuşmalarıyla dile getirir. Şeyhülislam İsmail Asım da aynı düşüncededir: Kendisi,Osmanlı Devleti'nde resmî tarihçiler için kullanılan unvana sahip bir “vak’anüvistir” ve aynı zamanda şairdir.
"Hak bu kim mülk-i cihan girdi yed - i müptezeleAkl-ıı sadıkla nizamı hele hiç girmez ele
Berk ü barını kamu eyledi yağma hazele
Ab-şer' ile meğer ravza - i devlet düzele."
(Gerçek şu ki, dünya gücü, aşağılık kişiler eline geçti. Doğru düşünceyle bir düzeltme imkânı yoktur artık. Yaprağından meyvesine kadar her şeyi bayağılar yiyor. Devlet bahçesi ancak şeriat suyu ile belki düzelir."
Kuşkusuz 2021 yılında, 17. yüzyılda meydana gelen ve düşünülenler gibi düşünemeyiz. Ama insaf ile fikir edelim ki şu görüntüye bakıp, zaman zaman, "İşimiz Allah'a kaldı!" diye karamsarlığa düşenimiz yok mudur? Hele şu siyaset sahnesinin, rol kesen, kifayetsiz, kabiliyetsiz veağzına kadar gayr-i meşru işlerin peşine düşen muhterislerini gördükçe…
Bir çağ gelmiş, Batılılar bu dünya hayatı açısından bir “uyanma, kalkınma ve ilerleme” dönemine girmiş ve bunu başarıyla yürütmüş ve götürmüşler. Müslümanlarsa, yavaş yavaş sönen bir lamba gibi hayat üstünlüğü arzu ve şevklerini yitirmeğe başlamışlardır. Bunun bir nedeni olmalı… Bu neden, oldukça derinlerde kökü olan bir ruh halidir aslında...
Ortadoğu coğrafyasında, birçok ülke kendi gelirlerini ve petrol kaynaklarını boş hayaller uğruna heba etmekte ve hala da devam etmektedirler. Irak’ta Saddam Hüseyin, Tigrit (Selahaddin) kentine yakın bir bölgede nükleer tesise milyarca dolar harcadı ve bir iki saat içinde İsrail uçakları tarafından yerle bir edildi. Mademki koruyamayacaksan neden milyarlarca dolar harcıyorsun be tesislere…
Aynı şekilde bugün İran da aynı noktada ısrarcı davranmakta ve Batıya kafa tutarak aynı yolda yürümeye çalışmaktadır. Halkı, büyük bir sıkıntı ve fakirlik içinde kıvranıp dururken atom bombasını yapacağım diye bütün dünyaya kafa tutuyor, meydan okuyor ve ısrarcı davranıyor. Bu dünyada diri ve ayakta kalmanın, sağlamca yere basmanın tek yolu, kaynakları israf etmeden halkların lehine kullanmak ve yararlı işler yapmaktır.
Ülkemiz de ne yazık ki aynı yolu izlemekte, Irak, Libya ve Suriye’de macera denilebilecek bir yolda yürüyerek askeri harcamalarla, İttihat ve Terakki zihniyetinin devamı niteliğindeki askeri politikasıyla sonuç alamayacağı bir kulvarda kulaç atmaktadır.
Üniversitelerin, basının, büyük ekonomik kuruluşların, şu veya bu nedenle kitleler üzerinde etkin olan kişilerin, yazarların, düşünce kuruluşlarının, yani bütün toplumun, zaman zaman, kesim kesim, kişi kişi, yerinde ve dozuyla, uyarıda bulunması, toplum hayatının sağlıklı işlemesi için oldukça gereklidir ve şarttır.