Tarih boyunca kendisini bir davaya ve bir hizmete adayan insanların, zaman zaman yalnız kaldıkları görülmektedir ne yazık ki... Ancak bu yalnızlık, dava adamını hiçbir zaman hizmetten geri bırakmamış, aksine millet ruhundan ve duyarlığından haberli oldukları için en büyük sıkıntılar karşısında, hizmet ve görevlerine aşk ve şevkle sarılmış ve buna bir halel, bir zarar gelmemesi için de maneviyatlarını yüksek tutmayı tercih etmiş ve başarmışlardır her zaman...
Necip fazıl, çok büyük bir sanatkâr olmasına karşın, insanlarla temasta ve ilişkilerde, gururu ayaklar altına alan ve yanındaki insandan -sigara tiryakisi olduğundan- bir sigara istemekten dahi hiçbir zaman çekinmeyen asil bir davranış ve tutumun sahibiydi daima.
Necip Fazıl, Ankara’ya gittiği dönemlerde, en yakın temasta olduğu ve yanından hiç ayırmadığı kişi, Sezai Karakoç’tu kuşkusuz. Sezai Bey'in anlattığına göre, üstad Ankara'ya gelişlerinden Osman Yüksel'in (Serdengeçti) kitabevi ve otel salonu dışında, geceleri sohbet için yer bulmak bir meseleydi. Kahvelerde kalabalık bir şekilde oturma, dikkat çekici idi. Bu sebeple nadiren de olsa evlere gidilirdi.
Tanzimat hareketiyle değiştirilmek istenen toplumun yönü, Cumhuriyet döneminde daha da büyük bir hız kazanır, Tek parti döneminde Allah demenin dahi yasak olduğu dönemlerde tek başına Büyük Doğu hareketini başlatan Necip Fazıl:
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını afet
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!”
Diyerek toplumu uyarmak için elinden geleni yapmış, ancak insanların içine sinmiş ve yerleşmiş olan korku nedeniyle zaman zaman onunla yan yana durmakta, bazı kimseler aşırı bir çekimserlik ve tedirginlik göstermişlerdir.
Çağımızın yaşayan büyük şairi Sezai Karakoç’un anlattığına göre, Necip Fazıl’ın Ankara’ya seyahatlerinde, daha çok otel lobileri ve Osman Yüksel Serdengeçti yazıhanesi olsa da zaman zaman evlere gidilirdi. “Bir eve birkaç gece gittik. Konuşma daha çok tasavvuf üzerineydi. Üstad, bu konuda fazlaca konuşmak istemiyordu. “Tasavvuf haldir” diyordu. Kuru bilginin önemi olmadığını, tasavvufu yaşamak gerektiğini ifade ediyordu bu sözüyle. Tasavvuf konularını açan ve konuşmaları daha çok o vadiye sürüklemek isteyen de, Osman Yüksel'in (Serdengeçti) ağabeyi Temyiz azasından (Yargıtay üyesi) Selami Bey'di. Selami Bey, sessiz yumuşak, efendi tavırlı, tasavvufa meraklı bir zattı. Bu konuda oldukça bilgili olduğu da konuşmalarından anlaşılıyordu. Selami Bey Keçiören'de oturuyordu. Sohbetlerin yapılması için bizi evine davet etti. Birkaç gece Keçiören'e gittik. Konu, hep Selâmi Bey'in ısrarıyla tasavvuftu.
Bir gece, geç vakit, sohbetten kalkılınca, Keçiören'den biz öğrenciler Ankara'ya dönerken, Osman Yüksel, Üstad’a o gece ağabeyinin evinde kalmak için ısrar etti. Onlar kaldılar, biz gittik. Bir iki gün sonra otele gittiğimizde, üstad, Osman Yüksel'den şikâyet etti. “Osman, ağabeyinin evinde kalmamızda ısrar etti. Selâmi Bey, haber vermeğe gittiğinde, içerden, bir takım. İtiraz sesleri duyduk. Bunun üzerine; ‘Osman, gidelim’ dedimse de Osman: ‘nasıl olur, üstad! Ağabeyimin evinde kalamaz mıyım? Asla gitmem' diye tutturdu. Selâmi Bey müşkül durumda kaldı. Ben müşkül durumda kaldım dedi. Sonunda Osman Yüksel'le Ankara'ya dönmüşler. Bu olay üzerinde Osman Yüksel bir süre ağabeyiyle konuşmadı. Aslında o günkü şartlarda Necip Fazıl'la Osman Yüksel'i misafir etme, büyük bir cesaret isteyen. Adeta kahramanlık gibi bir şeydi. Bizim onları ziyaret etmemizi bile kendimizi büyük bir tehlikeye atıyormuşuz gibi görürlerdi. Bugün bunu anlamak mümkün değildir. 'Bu bakımdan, Selâmi Bey'in ev halkının çekinmesi de tabiiydi. Ama Osman Yüksel de kendi açısından haklı olarak alınmıştı. Üstad da arada kaldığından sıkıntı çekmişti.”
Çağımızdaki kuşakların bu durumu anlaması biraz güç olsa da yaşananlar bir realite olarak karşımıza çıkmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi ve Necip Fazıl gibi dava ve aksiyon adamları, işi geçtir, erkendir diye düşünmemişlerdir. Onlara göre yerine getirilmeyen görevin vakti ve zamanı yoktur. Ne zaman güç yeterse, o zaman yerine getirilir. İyi niyet ve doğru çalışma nedeniyle kaybedilen vakitleri “vakt”in Yaratıcısı bağışlar. İnsanların tavrı, yakınlık ya da uzaklıkları, hizmeti sekteye uğratmaya engel olmamıştır hiçbir zaman.
Büyük dava adamlarının yalnızlığı ve tehlike anında etraflarındaki insanların sağ sola dağılması hemen hemen her dönemde olmuştur. Bu nedenle şair, yalnızlığa dikkati çekmek için bu durumu şiir kalıbına dökerek şöyle der:
“Karanlık, aydınlıktan
Yalan, doğrudan kaçar
Güneş yalnız da olsa
Etrafa ışık saçar
Doğruların kaderidir yalnızlık,
Kargalar sürüyle
Kartallar yalnız uçar”
Büyük kültür değişimlerinde ya da uygarlık dönüşümlerinde, eğer bir toplum ayaktaysa ve ayakta kalmayı sürdürüyorsa, nehri tersine çevirip akıtmak isteyenlerin karşısına, “Tek başıma kalsam da şeh-i devrana kul olmam” diyen fedakâr ve cefakâr insanların çıkması sayesinde olmuştur her zaman. Para, mal, mülk, makam yetki, onlara etki etmemiş, sağlam ve güçlü inançları sayesinde, zorlukları yenmeyi başarmışlardır. Hak bildikleri yolda, ister kar, ister fırtına ve ister bora olsun, hiç önemsememiş ve hedefe doğru tek başlarına kalma pahasına da olsa bu fırtınalı hayatı göze alarak yürümüşlerdir.