Muhterem okurlarım,
Yıllardır, uyuyan zihnimizi uyandırma zamanı gelmedi mi?
Herkesin bildiği ünlü bir söz vardır, düşünme yetisi olan bir insanın öncelikle söylemesi gereken bir sözdür bu, "Düşünüyorum öyleyse varım" (Descartes)
1619'da 10 Kasım'ı 11 Kasım'a bağlayan gece Almanya Neuberg'deyken Descartes kendini korunma adına içinde bir (eski usul) fırının bulunduğu odaya kapattı. Ve içerdeyken kutsal ruhun kendisine yeni bir felsefe konusunda üç imge gördü. Çıkana kadar analitik geometriyi formüle etmişti. Ve matematiksel metodunu felsefeye uygulama fikrini bulmuştu. Gördüğü imgelerden bilim arayışı onun için gerçek bilgelik anlayışıydı.
Ve hayatındaki çalışmalarının merkezi bir kısmıydı. Descartes aramızda ayrılışının dört yüz yılı olmasına rağmen, temel prensip bu ise önce özgürce düşünebilmekten ve sorgulamaktan korkmamak gerekir. Sorgulamaktan önce kendimizde başlamak gerekir.
Yaşamın neresinde olduğumuzu yani gerçekten yaşıyor muyum? Ya da yaşayan ölümüyüm? Eğer gerçekten yaşıyorsak, yaşayan biri gibi düşünebiliyor muyuz? İnsan kültürleri farklı olsa da her uygar toplumda özgür düşünebilmenin ve sorgulamanın ne ölçüde etkin olduğu ortadadır. İnsanlar ilk önce avcı toplayıcı olarak. Binlerce yıl yaşadılar hiçbir şey bilmeden. Güneşe, aya, yağmura, sevmeye sevilmeye, dair hep korkuyla yaklaştılar. Korktukları şeylere boyun eğmekle buldular. Onlara taptılar, tanrılar yaratılar, bilmediklerini göç odağı yaptılar, toprağa işlediler, kentli oldular yazıyı buldular. Örf adet kurallarını oluşturdular. Bunları yazılı yasalara çevirdiler. Buraya kadar her şey iyiydi. Ama bir gün geldi bilmek için bilmek isteyince ortalık karıştı. Bilmek isteyenler ve bilmek istemeyenler ayrıştılar, skolastik düşünce, bilimin ve özgür düşüncenin önüne set çektiler. İnsanlar aydınlanana kadar dünyayı yönetir oldular.
Uyuyan ejderha ölü olarak uyandı. Bu muhteşem ve zorlu yolculuğun kılavuzunu aydınlıktan yana olanlar için felsefe idi ve kazandılar.
Bilimin, bilginin özgür düşüncenin ve sorgulanın çarpık çıkar ilişkilerini ortaya çıkaracağından korkanlar daima sorgulayanları ezdiler ve öldürdüler. Sokrates ve Galileo bunların en ünlüleridir. Dünyada geri kalmış ülkelerde hala bilime ve özgür düşünceye karşıdırlar. Felsefe bir azlığın işi değildir. O toplumun katmanlarına ne kadar inerse o toplum o kadar yükseleceğidir.
Diderot'un diyor ki, "Felsefe sustuğu yerde adalet aklını yitirir."
Lise yıllarında Türkçe, Matematik, Coğrafya ve Tarih dersi kadar Felsefe, Mantık, Sosyoloji, Psikoloji dersleri vardı. Felsefe tüm derslerin anası olduğunu söylerdiler.
Peki, şimdi size soruyorum: "Kim anamızı öldürdü."
İnsanlığın var olduğu günden bu güne kadar bütün toplumların tek bir ortak özelliği vardır. Gerek İlkel toplum gerekse modern toplumun ortak özelliği vicdanıdır.
İnsanı insan yapan vicdanıdır.
Ruhumla kalbinizi selamlıyorum…
Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle...