Muhterem okurlarım
Çatlamış Nar Yarası isimli roman savaşın vahşetini anlatıyor.
Evet, savaş vahşettir, savaş, kan ve ölümdür. Kadınların, çocukların, yaşlıların mağduriyetidir. Yok oluştur, yaradır, insani değerlerin ayaklar altına alınmasıdır, insanın insana zulmüdür. Tüm bu saydıklarım aslında insanlık tarihi boyunca insanın insana reva gördüğü bir gerçektir. Yani savaş insanoğlunun var olduğu günden bu yana hep süregelmiştir.
Öyle ya Âdem’in çocukları Kayin (Kabil) ve Habil’in Tevrat’taki hikâyesini hepimiz biliriz. Kayin çiftçi, Habil ise çobandır. İkisi de Allah’a sunular sunmuşlardır ama Habil’in sunusu kabul edilirken Kayin’inki kabul görmemiştir. Kayin kıskançlığından dolayı kardeşini öldürür ama utancını ve suçunu Allah’tan saklayamaz. Bu olayda önemli soru şu; Habil’in sunusu kabul edilirken Kayin’inki neden kabul görmemiştir?. Birçokları iki kardeş arasında olan bir farklılık yüzünden olduğunu düşünür. Fakat olayı dikkatli okumak, tam tersini düşünmemize sebep olacaktır. Tevrat net bir şekilde, getirdikleri sunularda farklılıklar olduğunu söyler. Kayin sunu olarak ‘toprağın ürünlerini’ yani meyve ve sebze getirmiştir, Habil ise sürüsündeki kuzu veya keçi gibi bir hayvanı kurban etmiştir. Tevrat’ta anlatılan bu hikâyeye göre Tanrı aslında bir kurban beklemiştir ve Kayin’in sunusunu kabul etmeyerek, kıskançlık oluşmasına, sonrasında cinayete neden olmuştur.
İşte bu ilk kardeş cinayetinden itibaren Âdem’in çocukları yani insanoğlu hep kavga etmiş, cinayetler işleyerek birbirini yok etmeye çalışmıştır.
Êzidiler, Ortadoğu’nun en kadim halkıdır, aynı zamanda monoteist inanca sahip en eski topluluktur. Yani tek tanrılı inancı benimseyen ilk halklardandır. Ancak buna rağmen kapalı bir toplum olduklarından sürekli yanlış anlaşılarak inançlarından dolayı tarih boyunca defalarca katliama uğramışlardır.
Rıfat Mertoğlu’nun Klaros Yayınları etiketiyle Temmuz 2022’de çıkan yeni romanı Çatlamış Nar Yarası, aslında biraz da bu yaraya dokunuyor. 2014 yılında Şengal ve çevresinde başlayan Êzidilere yönelik saldırılar metnin ana izleğini oluşturuyor. Şengal’de ve çevre köylerde katliamdan kaçan elli bine yakın Êzidi Şengal Dağı’na sığınmıştır. Bunlardan biri de topal Şoro’dur. Yaşlı babaannesi, kundaktaki kardeşiyle Şilo mağarasına sığınan Şoro, Mağarada babasını, beklemektedir. Ne ki, babası bir türlü gelmemektedir. Aç, susuz, perişan halde günlerce süren bekleyişten sonra kundaktaki bebeğin ölümüyle bir kez daha sarsılırlar.
Roman aslında topal Şoro ve gölgesi üzerinden gitmektedir. Şoro, küçük kardeşinin ölümünden sonra iyice içine kapanır, zaman zaman gölgesiyle konuşur, ona başlarından geçenleri anlatmaya çalışır. Bir süre sonra yaşlı babaannesini de kaybeden Şoro, artık mağara’da yalnızdır. Açtır, susuzdur ve korkmaktadır. Onun tek dayanağı gölgesi ve kendisi gibi topal bir kertenkeledir. Hem gölgeyle hem kertenkele ile sohbet eder. Gölgesine Êzidi kültürünü, inancını anlatır, dedesinden duyduğu kadarıyla halkının tarihinden ve uğradıkları zulümden bahseder. Şoro’nun iç sesi büyüyerek adeta bir destana dönüşür.
Mertoğlu, mistik ve kapalı bir halk olan, farklı bir inanca sahip Êzidileri doğru anlamamızı istiyor, bu nedenle derinlemesine bir araştırma sonucunda yazmış romanını. Şoro’nun iç sesi, okuyucunun vicdanında bir sızı olarak yankılanıyor.
Tüm ailesini bu katliamda kaybeden Şoro, yine de ayakta kalmanın mücadelesini veriyor ve insanlığın umutla yeniden yeşerebileceğine ışık yakıyor.
Roman boyunca merak unsuru hep canlı tutuluyor ve metin kendini okutuyor. Şoro’nun gölgesine anlattığı geçmişlerine dair bazı olaylar ve kültürleriyle ilgili bilgiler okuyucunun Êzidi toplumunu yakından tanımasına olanak sağlıyor. Metnin dili sade, anlatımı akıcıdır. ‘Ben’ dili kullanıldığından okuyucu yorulmamaktadır. Mekânlar, Şengal Dağı, Şilo Mağarası ve Mülteci kampıdır.
Roman kahramanı topal Şoro, köyden arkadaşı Mayan’ın da diğer kız çocukları ve kadınlar gibi kaçırıldığını ve çete üyelerine satıldığını öğreniyor, roman Mayan üzerinden aslında Êzidi kadınların ve kızların kaçırılmasını, pazarlarda satılmasını, hamile bırakılmasını ve sonrasında yaşananları da aktarıyor. Böylece savaşta kadınların uğradığı şiddeti ve zulmü ayrıntılarıyla işliyor. Yeni bir fermanla yerlerinden yurtlarından koparılan bir halkın perişan halini, çocukların, hastaların, yaşlıların, kadınların sürgün yollarında ölümle tanışmalarını ve kaçınılmaz sonlarını okuyucu yüreği burkularak okuyor.
Yazar Rıfat Mertoğlu önceki romanlarında olduğu gibi yine kadının ve çocukların mağduriyetine ayna tutuyor. Yazgısı kara bir coğrafyanın ortasında yanan bir yangının küllerinde yakıyor vicdanları. İnançlarından dolayı saldırıya uğrayan bir toplumun acısına ses olmaya, çığlığını duyurmaya, yaralarını sağaltmaya çalışıyor.
Aslında yazar, Êzidilerle ilgili doğru bildiğimiz yanlışların da farkına varalım istiyor. Tanımadığımız insanlarla ilgili önyargılar oluşturarak, onları belli kalıplara koymamızın yanlış olduğunu, tanımanın da iletişimden geçtiğini, etkileşimi hiçbir zaman koparmamamız gerektiğini vurgulamaya çalışıyor. Mertoğlu, Êzidilerle konuştuğunu, onların trajik tarihlerini, kültürlerini ve yanlış bilinen, yanlış aktarılan inançlarını kavradığını bu romanıyla ispatlıyor.
Roman aynı zamanda, çocuk gözüyle savaşı, katliamı, dinleri, inançları, melekleri, tanrıyı, kutsallaştırılmış tüm değerleri de eleştiriyor. Bu kutsal değerlerin neden bir topluma uygulanan vahşete dur demediklerini sorguluyor.
Çatlamış Nar Yarası isimli roman 174 sayfa, bir solukta okuyabileceğiniz, okurken birçok değeri zihninizde yeniden değerlendirebileceğiniz bir metin. Mertoğlu bir de şunu vurgulamak istemiş: Hiçbir zaman yalnız değiliz, her an bizimle olan bir gölgemiz var ve o gölge en iyi sırdaşımızdır aslında. Onunla çok zengin bir dil dağarcığıyla istediğimizi konuşabiliriz.
Bu farklı romanı mutlaka okumanızı öneririm.
Ruhumla kalbinizi selamlıyorum.
Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle…