Muhterem okurlarım,
Jean Paul Sart deyişiyle, "insan sahip olduklarının toplamı değil fakat henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır."
Bizler klişe cümlelerin, kalıplaşmış önyargılara boyun eğdikçe, boynumuz hep bükük kalır. Biz kendimiz için mi? Yoksa başkası için mi? Yaşıyoruz bu kısa ömrü ve biz kısacık ömrümüzden feragat edip yarısını başkalarıyla paylaşıp medet umuyoruz. Peki size soruyorum neden?
Biz biz olmaya gayret göstermiyoruz. Başkası olarak değil. Kendimiz olmalıyız. Kimileri hayatta at gözlüğüyle bakar. Herkesin içinde gizli bir, cevher mevcuttur. Başkaları nasıl yaptı?
Onları şanslı kılan neydi?
Tek şansları babalarından kalma güzel yazgıları mıydı? Ya da coğrafya kader mi? Peki coğrafya insanın kaderine müdahale ediyor mu?
Herakleitos'un dediği gibi. "Karakter insanın kaderidir." Bu tarihi söz üzerine kuytulara saklanıp kaderimize boyun eğip önce kendimize daha sonra bizim gibi düşünen herkese ihanet etmiş oluruz.
Biz ne zaman köşeye sıkışırsak, "her şeyin bir zamanı var" deriz. Belki de biz yanlış zamanda yanlış yerde olduğumuz için zaman bizi teğet geçti. Peki biz şimdi zamanın hangi organıyız Kollarımı, ayaklarımı, kalbimi, yoksa beyni miyiz?
Ruhumuzu delicesine ve çılgıncasına acıtan zaman, içimizdeki milyonlarca uhde isyanda. Yarım kalan hayallerimiz ağlıyor. Birileri umutlarımızı duvara çivilemiş. İlk önce özgürlük zihnimizde filizlenir. Eylemlerimizle hayat bulur.
"Sen bu saatten sonra adam olmazsın"
"Sen bu vakitten sonra bir arpa yol alamazsın."
"Sen bu saatten sonra o, bu, şu, olamazsın."
Hepimizin aşina olduğumuz klişe cümlelerdir. Biz bu öksüz cümlelere itibar edersek öküz olup çıkarız. Zihnimizi iki dudak arasına ipotek edip, bizi bekleyen güzel günlerde feragat ediyoruz.
Belki de baharda tomurcuklar açmayacak. Kediler ve köpekler yağmur kokan çimenlerde oynaşmayacaklar. Yarın diye bir şey yok. Çünkü yarın öldü. Yarın asla kapımızı çalmayacak. Şimdi ayağa kalkıp içimizdeki ilk uhde ile başlayabiliriz. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp, gözlerimizi yumup bakışlarımızı, güneşe dikmeliyiz. Bu aydınlık güzel güne inat, inatla kararlılıkla bükülmüş belimizle ayağa kalkmanın tam zamanı.
Biz nefes aldığımız sürece hiç bir şey için geç değildir. Birileri bizden bir adım ilerde olabilir. Hatta iki adım ilerde. Zira biz yaralı ruhumuzla durmaksızın son nefesimizle yolla devam etmeliyiz. Artık iyileşmenin zamanı gelmedi mi? Biz bir ömür boyu hep hasta rolü mü yapacağız? İnancımızla azmimizle mesafeler kısalır. Kötü giden kaderimize dur demenin vakti gelmedi mi?
Asla ama asla emeğinizi altın tepside hiç kimseye sunmayın. Zaaflarınızı sadece kendinizle paylaşın, dost maskesini takanlarla değil. Aslında bakılırsa bundan sonra çok şey yapılabilir. Kimine göre anlamlı kimine göre anlamsız bu yazıyı okuyarak başladınız diyebiliriz…
Tüm hatalarınızı temize çekmek için, bu düşünceli ve yorgun yazı vesile olabilir. Evet, biliyorum hepiniz şu an yazdığım kalem kadar yorgunsunuz. Kaldı ki, bu zamandan daha dinç bir zaman olmayabilir. Zaman her an çıldırabilir. Övdüğümüz zihnimizi başkasının iki dudağının arasına ipotek ettiğimiz gibi.
Bizler arkamızdan bıraktığımız enkazla ne zaman yüzleşme cesareti göstereceğiz. Şair ruhlu genç adamın deyişiyle; "Birgün korkularımı yenip sana gelebilirim."
Ya hiç bir zaman korkularımızı yenmesek…
Ruhumla kalbinizi selamlıyorum…
Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle…