İnsanlara, ölüm ve ötesi hakkında kısıtlı bilgi verilmiştir. Ölüp de geri dönen olmadığı için, ahiret hayatını hep merak ederiz. İşte o merak ettiğimiz âlemi tanımanın yolu aradan perdenin kaldırılmasıyla mümkün olabilir.
Ölümü bir yok oluş, bir boşlukta kayboluş şeklinde değerlendirmeyen inançlı şairler, ölümde de bir güzellik bulmasını bilmişlerdir. Şair Yahya Kemâl Beyatlı, öbür dünyanın nasıl bir yer olduğu hususunda bir bilgilerinin olmadığını; fakat herhalde güzel bir yer olduğunu düşünür, çünkü ölenler, hayatlarından memnun olmalı ki oraya gidenlerin hiçbiri geri dönmüyor der Yahya Kemal:
“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.”
Elbette Yahya Kemâl Beyatlı, ölümün ne demek olduğunu ve ölen bir canlının da tekrar dünyaya gelemeyeceğini biliyordu. Şair, bildiği bir şeyi bilmezden geliyor ve ölüm hadisesine şairane ve güzel bir yorum getiriyor.
Necip Fazıl, ölüm olayı karşısında “Babaannesi”ni anlatırken, önemli bir tespitte bulunur: “Kendisine babaanne!” denilmesini bile ihtiyarlık ihtarı gibi gören ve ancak “cici anneye” razı Zafer Hanımefendi, babam yoluyla bana gelen tesirde, anne yolundan gelenlere ek olarak büyük pay sahibi” tespitinden sonra, ondaki ölüm korkusunu, çok akıcı ve etkili bir biçimde dillendirir: “Sinirlidir, hep içini yiyen ve dışında ılık bir mizaç ifadesi bulamayan birtakım vehimlerle doludur. Vapura binemez ve Sarıyer’deki köşküne, Şahin ve mazlum isimli iki Macar atının çektiği konak arabasıyla gidip gelir. Çünkü vapura bindiği bir defasında, vapur iskeleye yanaşırken, bir simitçinin başındaki tablasıyla beraber denize düşüp boğulduğunu görmüş ve artık bir daha vapura binemez olmuştur. Ölümden o kadar korkar ki, yatağına boylu boylu uzanamaz ve yarı belinden yukarısı dik kalacak biçimde başını 4-5 yastık üzerine dayar. Necip Fazıl da ölümdeki güzelliği görenlerden biridir. Peygamber Efendimizin her yaptığı işin güzel olduğunu, O’ndan asla bir kötülüğün sâdır olamayacağını bilen şair, 1977’de yazdığı bir şiirde hükmünü veriyor: “Ölüm güzel bir şey, budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber” diyecektir.
Ölüm temasını, en güzel şekilde işleyen 16. Yüzyıl şairlerinden Amiki’nin şu eşsiz “Gazel”i, sanki bugünkü dil ile söylenmiştir ve günümüz Türkçesine aktarmaya gerek kalmayacak sadeliktedir.
“Canlar çekilip Hazret-i Mevlâ’ya giderler
Cûlar gibi kim cânib-i deryâya giderler
Defn olur ise zîr-i zemine ne gam ebdân
Ervâh hele âlem-i bâlâya giderler
Hengâme(y)i seyreylemegerûz-ı cezâda
Bu halk-ı cihân özge temâşâya giderler
Sanman ki abes yere telef oldu gidenler
Geldikleri yerden yine oraya giderler
ErvâhAmîkî çekilip dâr-ı bekâya
Mürgân-ı fenâ âlem-i ukbâya giderler
Burada ötenin adamı olduğundan Niyazi Birinci, bu geçiş, bu yüceye doğru değişim, onun için aşina olduğu bir başkalaşımdır. Esprili diliyle yumuşak huylu ve halim selim yapısıyla Niyazi Birinci’ye Allah’tan rahmet, sevenlerine sabr-i cemil diliyoruz...Bitti