28 Mayıs’ta açıklanan Bakanlar Kurulu kararlarıyla yeni normalleşme sürecinin yol haritası belirlendi.
1 Haziran tarihi itibariyle (bugün) esnek çalışma sistemiyle çalışan kamu personeli normal mesaiye başlayacak, şehirlerarası seyahat sınırlaması tamamıyla kaldırılacak ve kreşler ile gündüz bakımevlerinin tamamı da açılacak.
Daha önemlisi restoran, kafe, pastane, kıraathane, çay bahçeleri, dernek lokali, yüzme havuzu, kaplıca türü işletmeler ile yol güzergahlarındaki dinlenme tesisleri belirlenen kurallar ve saat sınırlaması dahilinde hizmet vermeye başlayacak. Plajlar, milli parklar, bahçeler, Müze ve ören yerleri de kapsam dahilinde.
Tartışmaya neden olan 65 yaş üstü ise pazar günleri altı saat dışında evde kalmaya devam edecek. 20 yaş altıyla ilgili sokağa çıkma uygulaması da 18 yaşa indirildi. 0-18 yaş grubunun tamamı çarşamba ve cuma günleri 14.00-20.00 saatleri arasında sokağa çıkma kısıtlamasına tabi olmayacak.
Bur da sorulması gereken soru virüs ile mücadeleyi gerektiren şartların bizi ne kadar tehdit ettiği?
Geçen hafta (28 Mayıs günü) Diyarbakır’ın da aralarında bulunduğu bazı illerde vaka sayılarında artış olduğu yönünde haberler de okuduk.
Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi’ndeki bir tekstil fabrikasında 16 işçide koronavirüsün tespit edilmesi, temaslı 26 kişinin de karantinaya alınarak geçici süreyle kapatılması; Bismil’de bir köyün karantinaya alınması ve bayramlaşmaya giden bir kişinin 13 kişiye virüs bulaştırmasıyla endişelendik.
Ancak Bakanlar Kurulu kararlarını deklare eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Gelişmeleri takip ederek olumsuz bir durum görmemiz halinde bazı illerimiz için bu kısıtlamayı yeniden getirebiliriz” uyarısının, bu kapsamda değişikliğe gidilebileceğinin işareti olsa da; Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) “Türkiye, Avrupa'da vaka sayısının arttığı beş ülke arasında” açıklamasını da hatırlatmakta fayda var sanırım.
28 Mayıs’taki DSÖ’nün açıklamasındaki zaman dilimi o gün itibarıyla Avrupa'daki son 14 günü kapsadığını ve kümülatif/birikmiş vaka sayısı olduğunu ve bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye ile eş zamanlı normalleşme süreci başlattığını bir köşeye yazıp devam edelim.
…
28 Mayıs’ta Bakanlar Kurulu sonrası açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘salgına yönelik uygulanan tedbirler nedeniyle ekonomik sıkıntılar yaşayanlar olduğu’ vurgusunun aslında Türkiye açısından bir zorunluluğa işaret ettiği gerçek.
Ve DSÖ’nün sosyal kısıtlamaların gevşetilmesi ve ekonomilerin tekrar canlandırılması ile ilgili olarak ülkelerin acele etmemesi gerektiğini belirten açıklamasındaki şu vurgunun ne kadar insan odaklı olduğu bir gerçek: Ekonomiyi korumanın en iyi yolu insanları korumak. İnsansız ekonomi yoktur. COVID-19’un yayılması kontrol altına alınmadan ekonomik toparlanma olamaz! Virüsün kontrol altına alınması ve ekonomik toparlanma el ele ilerleyecektir. COVID-19 herkesi etkiliyor ancak bazılarını daha fazla etkiliyor. Kimseyi geride bırakamayız. Daha eşit ve kapsayıcı farklı ve daha iyi bir ekonomi inşa edebiliriz.
…
Aynı zaman dilimi içinde Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Sinan Adıyaman da benzer bir açıklama yaptı: TTB olarak her şeyin serbest bırakılması kararlarının ekonomik kaygılarla alındığını düşünüyoruz. Kararların halk sağlığı temelinde olmadığını ve doğru olmadığını düşünüyoruz.
Son olarak DSÖ özel temsilcilerinden Dr. David Nabarro, insanların yeni salgınlara hazırlıklı olması, kısıtlayıcı tedbirlere rağmen 'virüsün ortadan kalkmadığını' dile getirdiği açıklamasını da ekleyerek bitirip sözü bağlayalım: Yukarıdaki görüşlerin hiç biri bana ait değil, tümüyle uzman görüşleri. Bir kere Bilimsel Danışma Kurulu’nun neyi önerdiğini bilmiyoruz. Kararların ekonomik kaygılar vurgusuyla alındığı gerçeğiyle; halk sağlığı temelinde olmadığı yaygın kanısı oluşmuş durumda. Ülke ekonomisinin kaldıramadığı bir süreçte; insanların kendi tedbirlerini alması ve kurallara uyması inisiyatifine bırakılmışken; siz siz olun işi sıkı tutun, zira sonunda ihtimali yüksek ölüm var!