Urfa’yla başladığım önceki yazı bu işin dipsiz bir kuyu olduğunu gösterdi. Kendi sınırlarımda yazıyor olmam işimi kolaylaştırıyor. Dinleme serüvenimden aldığım cüretle yazıyorum. Dün Urfa’yla başladım, bugün Mardin’le devam edeceğim. Urfa mı, Mardin mi? Hangi şehir daha köklü bir müzik geleneğine sahiptir, bilmiyorum. Kıyaslamak zaten çok doğru değil ama benim için Mardin çok daha zor olacak; çünkü orada müziğe ilişkin farklı deneyimlerim oldu.
70’lerin ortalarında Nusaybin, benim için müzikte yeni kapılar açtı. 76, 77, 78 yıllarında yaz tatili çoğunlukla Nusaybin’de geçerdi. Suriye’ye sıfır noktasında, Kamişlo’nun karşısında tam bir sınır kasabası… Suriye’den getirilen “kaçak” eşyalar ticaretin merkeziydi. “Kaçak” denmesinin nedeni, sınır ticaretinin yasaklı olması ve eşyaların mayınların arasından geçirilerek kaçakçılar tarafından getirilmesiydi. Eli yüreğinde bir ilçeydi Nusaybin; çünkü gece oldu mu sınırda patlayan mayınların sesi her evde yankılanırdı.
Yazları Nusaybin’e gidince pamuğa gitmeden olmazdı. Yevmiyeli olarak pamuk çapasına giderdik. Pamuk çapası tarımsal bir faaliyetti ama aynı zamanda müzikal bir aktiviteydi. Müzik, çapalamanın senkronize olmasını sağlardı. Aynı sıraya dizildiğimiz 20, 30 kişiyle çoğunlukla Kürtçe, bazen Türkçe, çok ender de olsa Arapça şarkılarla çapa yapardık. Şarkılarla tarım yapmak sadece Mardin’in değil, genel olarak Botan yöresinin bir kültürüdür ve “Genim dirûn” olarak adlandırılır. “Genim dirûn” buğdayın biçilmesi demektir ve genel bir nitelendirmedir. Sadece buğday hasadı değil, grup olarak yapılan bütün tarımsal işlerde müziğin ritmi çalışmanın temposunu belirler. Bu video Botan yöresindeki genim dirûn’e örnektir:
Nusaybin zamanlarının müzik açısından en önemli katkısı Suriye televizyonu oldu. Türkiye’de sadece TRT’nin olduğu yıllardı ama Nusaybin’e gittiğinizde TRT’den çok Suriye televizyonu izlenirdi. Bu tercihin nedeni sanırım daha eğlenceli bir yayın akışı olması ve sadece Suriye değil hem Arap, hem de Ortadoğu kültürünü yansıtmasıydı. Benim hatırladığım TRT’nin yabancı dizileri, Suriye televizyonunun da eğlence ve müzik programları izlenirdi. Özellikle müzik programları Arap ve Ortadoğu coğrafyasının 3 büyük divasını tanımamı sağladı; Mısırlı Ümmü Gülsüm, Lübnanlı Feyruz ve Suriyeli Semira Tovfik.
Bu üç isimden hangisi çıkarsa çıksın, heyecanı önceden başlardı. Mesela “bu akşam Ümmü Gülsüm çıkacak” diye gündüzden telaş olurdu. Türkay Şoray’la da benzemesi Ümmü Gülsüm’ü bir adım öne çıkartırdı. Ama benim gönlümün bir tanesi hep Feyruz oldu: Olağanüstü dingin ve huzur veren sesiyle…
Bence bu kültürel yakınlık Mardin müziğinin de en büyük avantajıdır. Feyruz Lübnanlı’dır, çünkü kendisini hep öyle hissetti ama Lübnan’a göç etmiş Mardinli Süryani bir babanın kızıdır ve bence dünyaya sunulmuş bir armağandır. Türkiye’nin hiçbir ili bu üç divayla Mardin’in olduğu kadar yakın olmadı.
Üç diva sadece Mardin’i değil bütün Türkiye’yi etkiledi. Ümmü Gülsüm’ün “Enta Omri” (Benim ömrümsün) şarkısını, yanılmıyorsam “Bu son mektubum” diye enstrümantal olarak ilk aranje eden Erkin Koray oldu. Olağanüstü bir ritim ve yüreğe işleyen bu parçayı daha sonra Neşe Karaböcek “Kertenkele” gibi tuhaf bir isimle yorumladı. (Erkin Koray versiyonu:
Feyruz’a gelince; sadece Lübnan’ı, Türkiye’yi değil bütün dünyayı derinden etkiledi. Türkiyeli birçok star Feyruz’un omuzlarında yükseldi. “Al Bint Chalabiya” (https://www.youtube.com/watch?v=Briw30_4PRM), “Böyle Gelmiş Böyle” (https://www.youtube.com/watch?v=CLC4GfyCNB0) adıyla ve Gönül Akkor’un yorumuyla Türkiye’deki her eve girdi, her kulağa ulaştı. Al Bint Chalabiya, daha sonra biraz Balkan havası katılmış Deniz Seki yorumuyla 2000’lere taşındı. Gönül Akkor’un öncesi mi, sonrası mı hatırlamıyorum, Feyruz’un büyük denizine Ajda Pekkan'da tasını daldırdı ve “Tarik El Nahl” (https://www.youtube.com/watch?v=UJjUIi7rKQg) ülkenin dört bir köşesinde “Tanrı Misafiri” (
Mardin’in müzikteki zenginliği bir anlamda farklı kültürlerin buluşma noktası olmasıdır. Mardin’de müziği, genel olarak da folklorik yapıyı belirleyen 4 baskın kültür var: Kürt, Arap, Süryani, Türk... Bölgenin hiçbir ili bu dört kültürel yapıyla Mardin kadar bütünleşmemiştir. Urfa’yı anlatırken nasıl ki merkeze sıra gecelerini koyduysak, Mardin’de müzik denildiğinde merkezde “Leyli Gecesi” yer alır. Urfa’da sıra, Mardin’de leyli, Diyarbakır’da eyvan gecesi, Elazığ’da “kürsü başı” veya “havuz başı” bu faaliyetlerin her biri müziğin köklü bir geleneğe dönüşmesine hizmet etmiştir. Aslında “Leyli” Arapça gece anlamına gelir ama “leyli” dendiğinde daha karanlık gece kastedilir. Leyli gecesi (karanlık gece gecesi) kullanımı yerleşik olmasına rağmen hatalıdır. Ahmed Arif de “En leylim gecede ölesim tutmuş” diyerek hem zifiri geceye, hem de Leyla Erbil’e mısra diziyor.
Leyli gecesi dedik mi, “Dalal” baş köşede oturur. Urfa sıra geceleri nasıl ki Urfa divanıyla başlarsa, leyli gecesinin de “dalal” ile başlaması usuldendir. İyi ki de öyledir; çünkü sizi anında yüreğinizden vurur. Biz de leyli gecesine Reyhani müzik topluluğuyla başlayalım: https://www.facebook.com/mardinmuzesi/videos/606170063256525 Bu videoda olduğu gibi program “dalal” ile başlar. Mümkün olduğunca çok dilli okunur. Reyhani topluluğu Türkçe ve Arapça okumuş. Bu videoda ise 4 dilli versiyonu var: https://www.youtube.com/watch?v=Xr8LPL9XmFI Bu yüzden Mardin bir anlamda Dalal’dır: 4 dili kendisinde birleştiren türküdür… İyi bir Türkçe yorum olan Berdan Mardini performansının da dinlenmesini öneririm:
Leyli gecesinde başrol “dalal”da olmasına rağmen “Sabiha” da özel bir yere sahiptir. Dalal gibi Sabiha da 4 dilde söylenir. Dalal’da, aynı şarkı tek söyleyişte 4 ayrıl dille okunur. Sabiha’da ise aynı şarkının 4 dilde, 4 farklı versiyonu vardır. Mardin’de en yaygını ve en çok tercih edileni Arapça versiyonudur. Onun için hiç Arapça bilmeseniz de “Sabiha kıssıhırti/Kumi ıtlai u nemi” sözlerini duya duya ezberlersiniz. Diyarbakır’da bile Arapça’yla hiç ilgisi olmayan kişiler Arapça Sabiha mırıldanırdı. Ancak son yıllarda “Bir tel çektim Mardin’den/Bir ah çektim derdinden” diye başlıyan Türkçe versiyonu da çok popüler oldu. Dört dilde söylenen Sabiha versiyonu:
Mardin’in folklorik yapısının en önemli ayaklarından biri de “Reyhani” oyunudur. Müzik, bir peşrev gibi başlar ve sonuna kadar küçük değişiklerle peşrev formunda devam eder. Adını reyhan bitkisinden alır ve enstrümantal ritimlerle bitkinin zarif salınımları sembolize edilir:
“Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...”
İlk olması açısından Maryam Khan’dan da bahsetmek gerek. Botan bölgesinin ilk kadın dengbeji diye biliyorum ama bu teyitli bir bilgi değil:
Yazıyı okuyan arkadaşlarım, özellikle kadın dengbejler konusunda katkı sağlarsa sevinirim. Mardin’e tescil edebileceğim ve Kürt müziği yapan çok önemli sanatçılar var. Bunlardan biri de aslen Mardinli olan Ciwan Haco’dur. Ailesi Şeyh Said isyanından sonra Mardin’den sürgün edilmiş ve hemen hattın (binê xatê) altındaki Qamişlo’ya yerleşmiştir. Bence “Eman Dilo” açık ara en güzel eseridir:
Müziğin diğer alanlarında da Mardin’den ulusal ve uluslararası düzeyde sanatçılar yetişmiştir. Pervin Chakar şu anda dünyaca tanınan en önemli soprano seslerden biridir. Köln Filarmoni Orkestrasıyla seslendirdiği “Ay Dilbere” çok özel bir yorumdur:
Yazıyı sonlandırırken Rojin, Brader, Yekbun gibi Kürtçe icracılar ile Türk sanat müziğinin değerli sesi Mardinli Metin Milli’yi de hatırlatmak isterim.
Bir sonraki yazıda benim dinleme serüvenimin başkenti Diyarbakır’ı yazmaya çalışacağım.