Önceki yazıda Urfa'dan başlayıp Malatya'ya dönen "müzik verimli hilali"ndeki illerden bahsetmiştim. Daha önce de yazmıştım. Bu yazı müzikle ilgili bir inceleme değil, iyi bir dinleyicinin cüretidir sadece. Urfa'dan girelim konuya. Urfa hilalin uç noktasıdır. Bir yandan kendine özgü müziğiyle, diğer yandan bölgedeki müzik kültürünün bir parçası olmasıyla farklıdır. Urfa türkülerinin en özgün tarafı tasavvuf ile sentezlenmiş olmasıdır. Bir anlamda bu özgünlüğe "sufi türküler" denilebilir. Önceki yazıda arabana (êrbane) eşliğinde klam söyleyen 4, 5 kişilik gruplardan söz etmiştim. Tek parça beyaz giysiler (bir tür entari gibi) giyen bu gruplar solo değil, birlikte söyler ve genellikle tasavvufi ezgiler icra ederdi. İşte bu gruplar ya Mardin, ya da Harran taraflarından gelirdi.
Bölgede, bu kadar belirgin bi biçimde sufi türkülerin icra edildiği başka bir il yoktur. Mardin'de örnekleri olsa da Urfa kadar, tasavvuf ve türkü içiçe geçmemiştir. Bu tarz, popüler olmadığı için çok bilinmez; ancak arada az sayıda da olsa bilinen örnekleri vardır. Sufi tarzı gazel biçiminde söylenir, sözler ise genellikle divan şairlerine aittir. Fuzuli, Baki, Nedim ve Urfalı Nabi'nin divanı ana kaynaklardandır. Sufi tarzın güzel örneklerinden biri, Kazancı Bedih'in söylediği "Mecnun isen ey dil sana leyla mı bulunmaz" (https://www.youtube.com/watch?v=qIkU2oEvvB0) gazelidir. Bunun haricinde oldukça popüler olmuş iki örnek daha vermek isterim. Birincisi, "Ben bir Yakup idim kendi halimde". Oğuz Aksaç, Zara, Orhan Hakalmaz, hatta Zülfü Livaneli tarafından da yorumlandı. Orhan Hakalmaz'ın yorumunu daha usulüne uygun buluyorum (https://www.youtube.com/watch?v=unmu66Z_JW0). Tabi ki Urfa ağzında söylenen yorumuyla Kazancı Bedih'i de unutmamak lazım. Hüseyni makamında bir ilahi olan bu tarzın diğer popüler örneği, sözleri Yunus Emre'ye ait olan "Ben bu dağın ağacıyam" türküsüdür ( Urfa'da müzik/türkü gündelik hayatla çok içiçedir ve çoğunlukla da müzisyen değil zenaatkar faaliyetidir. Böyle olunca da güçlü bir gelenek oluşuyor. Zenaatkar faaliyeti olması yanında, "sıra gecesi" olarak da şehrin hayatında kurumsallaşması, kültürün taşınmasını kolaylaştırıyor. Zenaatkar müzisyenlerin en önemliler Tenekeci Mahmut, Mukim Tahir, Bekçi Bakır, Çadırcı Şakir, Kazancı Bedih gibi... Hatta daha önce yaşamış ve hakkında kayıt ve bilgi olmayan çoğu müzisyenin ismi bilinmez ama eserleri yaptıkları meslekle anılır. Mesela "Keçeci hoyratı", "Kalaycı gazeli"... Hem zenaatkar faaliyeti olması, hem de sıra gecelerinin kurumsallaşması Urfa geleneğinin en güçlü tarafıdır. Sıra geceleri bir anlamda müziğin ve usülün yazılı olmayan anayasası gibidir. Nasıl başlayıp, nasıl biteceği bellidir. Okuma sırası esere giriş, nerede gazele dönülür, nerede hoyrat çıkılır, nerede taksim yapılır vs... Bu sözlü anayasaya göre sıra gecelerine divan ile başlamak usüldendir. Divan dediğim aslında Hüseyni makamından giriş taksimidir. İstisnai olarak taksime Rast ile de girilebilir ama esas olan Hüseyni'dir. Bağlama, cümbüş, bazen de ud ile divana giriş çok lezzetli olur. Bazen de "Urfa Divanı" giriş yapılır, ki o da hüseyni makamındandır. Arkasından "ah" diye gazele girilebilir veya bu giriş "hoş geldiniz" niyetiyle kısa da tutulabilir. Urfa'nın önemli sanatçılarından Müslüm babanın bu yorumu sıra gecelerindeki başlangıca güzel bir örnek oluşturur. Önce Urfa Divanıyla başlıyor, arkasından da "Asâf'ınmikdârın bilmez Süleyman olmayan" gazeliyle devam ediyor: ( Urfa'nın müzikle harmanlanmış yaşamı, cumhuriyet döneminde de buradan çok fazla derleme yapılmasına yol açtı. Urfa, Ulvi Cemal Erkin ile Muzaffer Sarısözen'in en fazla ses kaydı yaptıkları illerden biri oldu. Daha sonra bu geleneği Nida Tüfekçi, arkasından da Mehmet Özbek devam ettirdi. Özbek aynı zamanda önemli bir icracıdır. Ancak Urfa türkülerinin 70'li yıllarda popüler olmasını sağlayan en önemli isim Nuri Sesigüzel'dir. 70'lerde "Bir fincan kahve olsam"(
Tatlıses tek vücud gibi Urfa ile birlikte anıldı ama ondan önce fanatik bir hayran kitlesiyle fenomen olmuş başka bir Urfalı vardı: Müslüm Gürses. Benim için o yıllarda her şey bir yana "Sevda Yüklü Kervanlar" bir yana. Tam bir melankoli ve Müslüm babanın hayranlarına uyan bir şarkıydı. Gariplerin dilinden düşmeyen bir şarkı oldu (https://www.youtube.com/watch?v=VvmeFS7ysnw). Sanırım ilk kayıtlardan biridir. Müslüm baba müzikte çok yol aldı. Fanatik değildi. Bir yere bağlanıp kalmadı. Pop, fantezi, arabesk, türkü... Her birini kendi tarzında yorumladı, güzelleştirdi. Yazmalı Gelin, yeni bir tat kattığı yorumlarındandır: ( Her dönem müziğin kimliğini şekillendiren Urfalı sanatçılar olmuştur. Kimi bir görünüp kaybolmuş, kimi müziğe damga vurmuş, kimi kendisini dönemin akışına bırakmıştır. Bir parantez de Ahmet Kanneci'ye açmak lazım. Popüler kültürün dışında olan ama Urfa'nın dünyada en çok tanınan sanatçılardanbiri ve çok önemli bir gitar virtüözü. Albeniz'in "Austurias" adlı eserini örnek olarak aldım ( Son olarak da Urfa'nın yetiştirdiği en önemli kadın seslerinden biriyle bu kısmı sonlandıralım isterim. Çetin Özdemir'in sevgili kızı Münevver Özdemir... Müzisyen bir babanın kızı. Çetin Özdemir'in bestelediği ve seslendirdiği "Züleyha" yine bir dönemin popüler parçalarındandı. Bir başka Urfalı Seyfettin Sucu'nun yorumu daha bir tutulur olmuştu. Daha sonra İbrahim tatlıses de seslendirmişti. Son zamanlarda Münevver Özdemir Urfa türkülerinin en önemli temsilcisi. Urfa geleneğine uygun olarak müthiş bir gazel icracısı. Normalde gazel erkek sesine daha çok oturur ama Münevver Özdemir'in gazel yorumu bu bakışı değiştirecek kadar güçlü. Tenekeci Mahmut'un "Hüsnün senin ey dilber-i nadide kamer mi" isimli gazelini neredeyse yorumlayan herkesten dinledim ama kesinlikle en iyi yorum Münevver Özdemir'in (