“Bir milleti tutsak etmek isterseniz, onun müziğini çürütün” demiş Konfüçyüs. Tersinden bakarsak; tutsak olmak istemeyen bir millet, müziğini veya daha geniş anlamda kültürünü çürümeye terk etmemelidir, sonucunu çıkartırız.
Edebiyat gibi kültürün diğer taşıyıcı unsuru müziktir. Bu taşıyıcılık sesle olur, sözle olur, melodiyle olur… Hangi yolla olursa olsun, bu işin merkezinde müzik icracısı vardır. Buradan bakıldığında Şivan Perwer şüphesiz büyük bir taşıyıcıdır ve Konfüçyüs’ün dediğine gönderme yapar gibi müziği, dolayısıyla da kültürü ayakta tutan simge isimlerden biridir.
Yeniden Diyarbakır’a döndüğümüzde başka bir taşıyıcı isimle karşılaşırız: Mehmet Atlı. Müziğe “seslerin mimarisi” de denir. Bu tanım mimar olan Mehmet Atlı için daha geçerlidir muhtemelen; çünkü kendisini yapıların değil müziğin mimarı olan tanımlamayı tercih ederim.
Aram Tigran’a ilişkin izlenimlerimi önceki bölümde yazmıştım. O konuda öfkeliyim ve sanırım öyle de kalacağım. Öfkem; öz toprağına gömülme vasiyetiyle Diyarbakır’a yerleşen Kürt müziğinin simge isminin son arzusunun gerçekleştirilememesinden kaynaklanıyor. Öfkem; kentin güçlü bir dayanışma ve sahiplenme gösterememesinden, bir anlamda “ne yapalım İçişleri Bakanlığı izin vermedi” diyerek sorumluluktan kaçılmasından kaynaklanıyor.
Aram Tigran’ı yeniden hatırlatmamın amacı, kentin sanatçısını sahiplenme konusundaki maluliyetidir. Bir röportajında Mehmet Atlı şöyle diyordu; “Kürt müziğini istediğim saygınlıkta yürütebilmek için başka bir işten geçim sağlıyorum”. İşte bu can yakan bir cümle… Diyarbakır’da görev yaptığım 2008-2014 yıllarında kentin sanatçısına sahip çıkma konusunda çok sıkıntılı olduğunu gördüm. Diyarbakır bir yanıyla tam bir can pazarı. Haksızlıkların, mağduriyetlerin haddi hesabı yok. Böyle bir can pazarında sanatı, sanatçıyı sahiplenmeyi öncelik haline getirmek kolay değil ama bunu ne olursa olsun yapabilmek gerekir.
Anlatmak istediğime güzel bir örnek Mihemed Arif Cizrewî, Tahsîn Taha, Mihemed Şêxo gibi Kürt müziğinin simge isimleriyle ilgilidir. Sanatlarını icra ettikleri dönemlerde yalnız bırakılmış, desteklenmemiş ve ciddi eleştirilere maruz kalmışlardır. “Şarkı söyleme” faaliyetleri küçümsenmiş, peşmerge olarak savaşmadıkları için yadırganmışlar. Başka bir pencereden baktığınızda da daha farklı şeyler görürüsünüz: Mesela Suriye yönetimi Mihemed Şêxo’yu elinde silahla görmeyi tercih ederdi; çünkü rejimin en korktuğu şey Kürt kültürünün bu istisnai taşıyıcısının yaptığı müziklerdi. Rejim tarafından “müzik yapmaya devam edersen” parmaklarını keseriz diye tehdit edilir. “Parmaklarımı keserseniz dilimle söylerim” diye cevap verir. “Dilini de keseriz” denildiğinde, “gözlerimle anlatırım; çünkü halkım gözlerimden ne okuduğumu anlar” der. Bu güzel insan 41 yaşında veda eder dünyaya. Vasiyeti şöyledir:
“Ey yaşayanlar, ben ölünce
Gömmeyin herkes gibi
Mezarımı dağların dibine kazın
İki belik (saç örgüsü) olsun mezar taşım
Her Mart’ta uyandırın beni
Ki neşelendireyim hepimizi”
Yaşadıkları dönemde insanların daha radikal olmalarını bekledikleri bu sanatçıların misyonlarını bugün daha iyi anlayabiliyoruz. O nedenle sanata ve sanatçıya sahip çıkılması kültürel varlığın çürüyüp yok olmamasının da bir gereği... Bir kültür taşıyıcısı (bu kavramı olabildiğince çok kullanacağım) olan Mehmet Atlı’nın müziğine baktığımızda, geleneği ve moderni bir arada görüyoruz. Yukarıda saydığım Cizrewî, Şexo, Taha, Aram hatta Ayşe Şan gibi klasik taraf yanında, Koma Dengê Azadi gibi modern taraf da Atlı’nın müziğinin şekilllenmesinde etkilidir. Daha eskiye baktığımızda ilk rock topluluğu Koma Welat, bugüne geldiğimizde Ciwan Haco, Şivan Perwer, Koma Amed gibi çok yönlü bir etkilenme ve öğrenme süreci var.
Bu serinin ilk yazısında, bir dinleyicinin cüretiyle yazıyorum demiştim. Bu dinleme duraklarının en önemlilerinden biridir Mehmet Atlı. Öncelikle onu müzik konusunda çok cesur buluyorum. Kürt müziği gibi inanılmaz melodi zenginliği olan bir alandasınız ve beste yapmaya cüret ediyorsunuz. Bu başlı başına bir cesaret işidir. Çoğu kişi gibi tasını denize daldırıp, payına düşeni alır; melodi zenginliğini klasik, modern, caz veya rock tandansıyla yeniden yorumlayabilirdi; ancak Atlı böyle yapmadı. Sırtını denize dönmeden besteleriyle ‘ben de varım’ deme cesareti gösterdi ve denize su taşıyan ırmaklardan biri oldu. Atlı’nın Koma Dengê Azadi’deyken bestelediği, söz ve müziği kendisine ait ve hepimizden daha uzun yaşayacak “No çı halo” şarkısını dinleyelim: Mehmet Atlı, Koma Dengê Azadi’yle 2 albüm, solo olarak da şu ana kadar 4 albüm yaptı. Albümlerindeki şarkıların çoğu kendi bestelerinden oluştu. Klasiklerde favorisinin Mihemed Şêxo olduğu anlaşılıyor. “Ay le dîlê” zaten ölümsüz bir şarkı. Bu tarz klasik eserlerin yeniden yorumlanmasına, eğilip, bükülmesine kendi adıma çok sempatik yaklaşamıyorum ama Mehmet Atlı eserin hakkını vermiş: Atlı’nın diğer klasik yorumu, benim gönül yaram, Diyarbakır’da olmamasını kabullenemediğim Aram Tigran’dan, “Peşiya malê” şarkısıdır. Bu şarkıyı Aram’dan dinledim hep ve onun tarzı işledi kulaklarıma. O yüzden Mehmet Atlı yorumuna ön yargılı yaklaştığımı hatırlıyorum. Şimdi açıkçası, birini tercih etmek durumunda kalsam Mehmet Atlı yorumu derim. Bu su gibi aziz ve müstesna yorumu dinleyin lütfen: Diyarbakır ayağını bu bölümde tamamlamayı düşünüyordum ama ne yazık ki olmayacak. Öyle bir yer ki Diyarbakır, kendi bünyesinde yetişen müzik insanları haricinde, Serhat’ın da, Botan’ın da, Behdinan’ın da müzik yolcularının yolu bu kente düşmüştür. Bir anlamda ışığa yol almak gibi, neredeyse her dengbej sur kapılarına ulaşmış. Meseleyi çok uzatmamak için yolcuyu değil, hancıyı yazmaya gayret ediyorum. Onun için bu bölümü Mehmet Atlı gibi bir diğer istisna müzisyenle bitirmek istiyorum: Başka bir kültür taşıyıcısı Kerem Sevinç. Kerem Sevinç Dicleli, Pîranlı. O yüzden katmerli bir hemşeri olma mevzusu da var… Her insanın müzikle bağı kendine özgüdür. Bazen bir şarkıya alışmak zaman ister, bazen ilk dinlediğinizde alır sizi. Müzisyen için de öyledir. Tarzı, sesi, yorumu, enstrüman ile mesaisi vs. hepsi ayrı bir hikayedir. Edebiyatta okuyucu ne kadar acımasızsa, müzikte de dinleyici öyledir. Dinleyici mutfakla ilgilenmez, yemeğin kendisine bakar. Bu açıdan en hızlı benimsediğim sanatçılardan biri Kerem Sevinç’tir. Mehmet Atlı gibi, o da çoğunlukla kendi bestelerini seslendiren ve müzik için yaratılmış biri. Şarkılarının çoğu Zazaca, ki bence burası güçlü yanı. Hem Zazacanın kendi melodisi, hem Kerem’in ses rengi birbirini çok güzel tamamlamış. “Bao” en çok bilinen şarkısı ve oldukça da esnek bir çalışma. Yani nereye gidersen Bao sana eşlik edebilir. İcabında soloya da, koroya da, senfoniye de, dansa da, caza da yolu çıkan bir şarkı: Bao her derde deva bir parça ama benim favorim “Dayê”şarkısıdır. “Dayê ez sono meberm dayê-Anne ben gidiyorum ağlama” dediğinde adamın canını fena yakar; hele ki bu kısımlarında: Koyê Pîrajman zaf berzo/Pirajman dağları yüksektir Vengê yeno koyan serdo/Dağlardan ses geliyor Dayê lajê to ke merdo/Anne oğlunu öldürdüler Dayê lajê to ke merdo/Anne oğlunu öldürdüler Yüreğinizi yakar ama dinleyin derim: Mehmet Atlı ve Kerem Sevinç, her ikisi de Diyarbakır için, Kurmanci ve Zazaca için büyük bir şans ve her ikisinin de beklentisi müziklerinin sahiplenilmesi. Şöyle diyor Kerem Sevinç; “dinleyiciden beklediğim tek şey sahiplenme duygularını yitirmemeleri. Çünkü bizim arkamızda güçlü prodüksiyonlar vs. yok, bizi ayakta tutan tek şey dinleyicilerin ilgisi ve sahiplenmesi”. Evet, ayakta tutan şey sahiplenmedir ve bu duygu kültürün sahiplenilmesiyle doğrudan ilgilidir. İlk Kürt rock gurubu Koma Wetan’ın dağılması, Kerem Gerdenzeri’nin Fransa’da mülteci maaşıyla geçinmeye çalışması sahipsizlikten başka nedir ki? Kıyas olsun diye Kennedy Center’de Led Zeppelin adına yapılan onur töreninin bir bölümünü paylaşmak istiyorum: Bu videoyu lütfen izleyin. ABD başkanı Obama, eşi Michelle çok sayıda ünlü kişini katıldığı bu törende Led Zeppelin’e gösterilen saygıya bakın. Şüphesiz Led Zeppelin dünyanın en iyi gruplarından biri. Jimmy Page, Robert Plant artık efsane olmuş isimler ama emin olun asıl mesele sahiplenmek. Kerem Gerdenzeri’nin bir Jimmy Page olmadığını elbette biliyorum ama bildiğim başka bir şey de, Kerem Gerdenzeri’nin asla böyle bir şansa sahip olamadığıdır. 1973’de kurulan ilk Kürt rock grup Koma Wetan’dan “Elegez” şarkısının bilmiyenlerin kulağında olmasını isterim. Bas gitar ve solo Kerem Gerdenzeri: Özetle, giden gitti diyebilirim. Koma Wetan gibi, Koma Amed gibi müthiş müzik yapan gruplar yaşatılamadı. Ancak şu anda ayakta durmaya çalışan sanatçılar var. Kerem Sevinç müziğiyle ayakta durmaya çalışıyor ve işini de çok iyi yapıyor. Yazının son bölümünde Kerem Sevinç ve arkadaşlarının Diyarbakır’daki konserlerini paylaşmak istiyorum. Yaklaşık 1 saatlik bir konser. Zaman ayırabilenlere öneririm. Tamamı için zamanınız olmasa da dinleyebildiğiniz kadar dinlemenizi veya göz atmanızı tavsiye ederim. Ne kadar kaliteli bir müzik yapıldığını konusunda bana hak vereceğinize inanıyorum: Önümüzdeki yazıda Diyarbakır’ı mutlaka bitireceğim; çünkü Elazığ (Harput) gibi çok güçlü bir müzik kenti var sırada.