Otoriter rejimlerde sistemin işlemesi üzerine daha önce konuşmuştuk. Zayıf da olsa hukuk, demokrasi, bağımsız kurumlara vs. sahip olan bir ülkede, Türkiye'deki ekonomik kırılmanın yüzde 10'una bile gelinmeden siyaset alt üst olur, sistem kendini koruma refleksiyle alternatif çözümler üretirdi. Şu anki iktidarı ayakta tutan yegâne şey rejimin her geçen gün daha fazla otoriterleşmesidir.
Paradoks gibi gelebilir ama otoriter yönetimlerde krizler de otoritenin kontrolünde tutulurken, rejimin ömrü normal rejimlere göre daha uzun olur. Krizi önlemek için her defasında ülkenin kaynakları ve geleceği daha fazla tüketilir. Kurumların refleks gösterme dirençleri iyice azaldığından sistem bir şekilde gemiyi yürütmenin yolunu bulur. Şu anda Erdoğan'ın üstünde ve onu kontrol altında tutabilecek hiçbir mekanizma yok. Ayrı bir konu ama "sürtük" sözcüğü de bu kontrolsüzlüğün bir göstergesi...
Peki, neler oluyor derseniz, şunu söyleyebilirim:
Erdoğan ve çevresi bu kontrolsüzlüğe bağlı geniş hareket alanında kendilerini sürdürmeye çalışıyorlar ve bir müddet daha sürdürecekler. Bunu yaparken Türkiye gemisini de şu veya bu şekilde yürütmenin yolunu buluyorlar/bulacaklardır. Ciddi bir şekilde su alan bu geminin batmaması için, otoritenin el verdiği ölçüde fazlalıklar atılacaktır. Atılan fazlalıkların hesabı yapılmaz. Kimin zarar gördüğünün de bir önemi yok. Mesela Nebati'nin en son yaptığı konuşmada söylediği "bu sistemden dar gelirliler hariç, firmalar ve ihracatçılar kar ediyor" demesi, gemiden atılan fazlalıkların dar gelirliler olduğunu da gösteriyor. Gemiden fazlalıkların atılmasına "evet" ama bunun açıkça ifade edilmesine "hayır"... Nitekim bu açıklamadan dolayı Nebati'ye konuşma yasağı getirildiği söyleniyor.
Uzun uzadıya yazmak istemem; ancak Erdoğan'ın şu anda ne yapmak istediğini görmek lazım. Hatırlarsan geçtiğimiz aralıkta dolar 18 TL'ye giderken, bunun piyasa mantığı içerisinde yaşanan bir durum olmadığını, o dönemde piyasaya ve teknik analize göre doların gideceği son seviyenin 14 TL olduğunu, eğer piyasa mantığının ötesinde dolar 18 TL'ye gidiyorsa da bunun siyasetin tercihinden kaynaklandığını konuşmuştuk. Bugün aynı döngüyü yeniden yaşıyoruz. Erdoğan ve çevresinin doları 20 TL'nin üstüne taşıma hedefleri olduğu anlaşılıyor.
Fazla teknik detaya inmeden bunun nedenlerine bakalım. Burada daha önce hiç tartışılmamış, konuşulmamış bir ihtimale dikkat çekeceğim. Buna "buğday-dolar startejisi" gibi bir isim verebiliriz. Önce buğday cephesine bakalım. Ukrayna son bir haftadır buğday stoklarına Rusya tarafından el konulduğunu ve bunun gemilerle ülkeden taşındığını söylüyor. Daha açık olarak da Ukrayna, buğdayının çalındığını söylüyor. Ukrayna'nın iddiası, çalınan buğdayların gemilerle Türkiye'nin Akdeniz limanlarına taşındığı yönünde... Psikolojide çok ilginç bir durum vardır; bazen bilinçaltımız dile gelir ve bizi ele verir. Geçenlerde, yurt dışında buğday ithal eden bir ülke olduk, eleştirilerine karşı Erdoğan'ın biliçaltı şu şekilde dile geldi; "biz buğday ithal etmiyoruz, onu işleyip, tüm dünyaya satmak için ithal ediyoruz" Cümle hakikatten ilginç, biz buğday ithal etmiyoruz diye başlıyor ve ithal ediyoruz diye bitiyor. Aslında haklılık payı var. Sözkonusu buğday dış ticaret kurallarına uygun yapılan ithalat mantığına oturmuyor. Bir anlamda savaş ganimeti sayılabilecek bir ürün. Bu el koyma yaklaşımına başka şeylere de evrilebileceği kaygısıyla doğrudan ABD’den uyarı geldi. ABD aynen şöyle dedi; Rusya Ukrayna’nın buğdayını şantaj olarak kullanıyor. Buna karşılık Ukrayna, doğrudan buğdayının çalındığını bildirerek, bir hırsızlık ihbarı yapar gibi İnterpol’den yardım istedi.
Şimdi buğday-dolar ilişkisine gelelim. Türkiye’nin Ukrayna buğdayı konusunda Rusya ile doğrudan işbirliği yapması başka ilişkiler konusunda da perdenin açılması anlamına gelir. ABD ve Avrupa’nın bu konuya ne kadar tepki göstereceği bence çok önemli. Ukrayna'dan hırsızlama buğdayla başlayan bu ilişki, madenler ve değerli emtialara, oradan da Rusya’dan transfer edilecek dövizlere yönelebilir. Burada dikkat çekmek istediğim swap anlaşmaları değil, Türkiye’ye doğrudan Euro ve Dolar transfer edilmesidir. Mesela Suudi Arabistan’la bir swap anlaşması yapıldığında bu ülkeden size Dinar transfer edilir, buna karşılık da TL Arabistan merkez bankasına gider. Aslında TCMB’nin kendi kanunlarına göre Katar, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerle yapılan para değiş tokuşları swap olarak kabul edilmiyor. TCMB kanunu dolar, euro, İngiliz sterlini gibi paralarla yapılan değiş tokuşları swap kabul ediyor ama 2020’de yayımlanan bir talimatla diğer paralar da swap kapsamına alındı. Yani en başta ifade ettiğim otoriter rejimin avantajları burada da devreye girdi. Kitabına uydurulsa da uluslararası alanda tedavülü sorunlu olan paralar yerine, tedavül eden paralarla swap yapmak aynı değil. Ancak burada dikkat çekmek istediğim konu sadece swap değil, swap ötesinde ülkeye doğrudan döviz transferleridir. Türkiye “buğday” meselesinde bir anlamda batının nabzını tutarak gelecek tepkilerin ölçümünü yapıyor. Bu kısım ufak tefek sıyrıklarla atlatılırsa bir sonraki aşamada Rusya’nın, özellikle de Rus Oligarkların para transferlerine sıra gelecektir. (Devam Edecek)