Necip Fazıl atıldı:
-Peki, hocam, asistanlığından beri bulunan bu zatı profesör olduktan veya bizzat yaptırdıktan sonra mı anladınız?
-Dedim ya, bütün suç benim! Hiçbir özür sahibi değilim! Benim kürsüme bağlı olarak “ESKİ TÜRK EDEBİYATI” profesörü bu zatta metinlere nüfuz bakımından, ne lisan anlayışı vardır, de mana idraki... Yani hem lisan bilmez, hem de anlamaz! Ayrıca, edebiyatın iç yüzünü anlamak kudretinde de değildir. Sordum:
-Edebiyatın içyüzü tabiriyle ne kastediyorsunuz?
-Arz edeyim. Yine Necip Fazıl:
-Hocam, işi mevzuumuzdan uzaklaştırıp saf ilmi safhaya döktük!
-Olabilir. Mevzuumuza gelince mahut profesör, bu incelikler şöyle dursun, kaba bir metni çözmek ve anlamak iktidarından mahrumdur. Şimdi kendisinin ilim ahlakı cephesine bir göz gezdirelim: Derslere gelmez, vazifesine en küçük bağlılık duygusu taşımaz. Her derse 15-20 dakika geç gelir. Derste mütemadiyen kendisini över ve politika yapar. Düşünün ki, bir lise öğretmeni olan Vasfi Mahir’in kitabından ders okutur ondan başka bir kaynak sahibi değildir. En feci bir hareket olarak, üç sene evvel yazdığı kitapları bu seneki faaliyet raporunda göstermiştir. Böyle bir hareketin dürüstlük dışı olmaktan başka vasfı var mıdır? Mesuliyet hissinden o kadar uzaktır ki “hakkımda 6 ay hapis cezası verilmedikçe kimse beni profesörlükten çıkaramaz!” şeklinde konuşmuştur. Kendisini tenkit edercesine konuşan profesörlere “ben de sizin gibi profesörüm. Bilirsiniz ki, devlet büyükleri beni tutar!” diyecek kadar vakar dışı mukabeleleri vardır. Sınıfta söylediği şu sözü, onun ne mal olduğunu anlatmaya yeter. Çikara tahvil edilemeyen ilmin hiç bir kıymeti yoktur! Bir şark seyahatinde “Cumhur reisi ile gidiyorum!” diye palavra atmış ve böylece üniversiteden izin koparmıştır. Arapça bilmez; İslam Enstitüsü’nde Hadis profesörlüğü eder. Hiç Batı diline vakıf değildir; Dünya edebiyatı üzerinde allamelik taslar. Şark Türkçesinden mesela, Nevâi'nin bir gazelini bile okuyamaz. Böyleyken, Nevâi’nin ilk divanı “Garaibü’s-Sigar” üzerinde asistanın yaptığı tezin başına, baştanbaşa hezeyan belirten bir tenkit yazmış ve ne gariptir ki bu tez, profesörler meclisince pekiyi derece ile kabul edilmiştir. Ali Nihad bu noktada, birdenbire durdu ve yine (dramatik) bir sesle:
-Ah, bütün suç benim!
Diye inildedi.
-Hocam dedim; ya umumi ahlak cephesi?
-Onu benden değil, alakalılarından dinleyiniz, facia, facia! İki şahıs arası bir mesele olmaktan ziyade Üniversitemizin müzmin yaralarından birini ifşa etmesi bakımından hadise o kadar önemliydi ki, bir gün sonra, Adülkadir Karahan’ın şahıs ahlakıyla ilgili öğrencilerden bir grubu idarehanemizde dinlemek zorunda kaldık. Birtakım haklı sebeplerle isim ve hüviyetlerini saklayan bu öğrencilerden birkaçının bildirdiklerini, kelimesi kelimesine kaydediyorum:
Erkek öğrenci: Beş senedir talebesiyim ve bu beş sene içerisinde kendisinden bir kelime öğrenmiş değilim!
Bir başka erkek öğrenci: Derslerde hep nefsinden bahsedişi ve kendisini methedişi o derecede ki, bir gün cebinden bir kâğıt çıkarıp şöyle dedi: “Size, Başbakandan, Bakanlardan, Mebuslardan ve yüksek makam sahibi arkadaşlardan bana gelen tebrikleri okuyayım” ve okudu. Mevzuu yalnız Fuzuli'dir, o da satıh bilgisinden ibarettir ve hiçbir ruh taşımaz.
Bu iddia ve bilgilerden sonra Necip Fazıl, Ali Nihad Hoca’nın söylediklerini teyit babında aşağıdaki ilave bilgiler vermeği gerekli görür. Necip Fazıl der ki:
“Bu kesin şehadetlerinden sonra İslam Enstitüsü’nden, emin bir talebe, emin bir Büyük Doğucunun söyledikleri: “ Laubali tavırlıdır. Ceket omuzda ders verir. İlmi hiçbir değeri yoktur; aşkı yok, vecdi yok, İslami mizacı yok... Suratını beğenmediği talebeye “sınıfta kaldın!” diye bağırır. “Üç kişi geçecek, beş kişi kalacak!” diye bir nevi baremi vardır. Sınıfta beş dakika derse benzer bir şeyler yaptıktan sonra kırk beş dakika kendisini metheder. “Fransa’dan mektup geldi, alın okuyun!” diye garip jestler takınır, Arapçayı Ahmed Ateş’ten sonra en iyi bilenin kendisi, Hadisi de Tayyip Okiç’in arkasından en derin anlayanın yine kendisinin olduğunu iddia eder. Hâsılı bir İslam kürsüsünde bu adamdan daha yakışıksız birini bulmaya imkân yoktur. Heyhat ki, Karahan, Üniversite profesör davamızın yalnız küçük bir çizgisinden ibarettir.
Karşı Atağa geçen Karahan’ın cevabı ise, başka bir yazı konusu… (BİTTİ)