AK Parti yöneticisi ve Esenyurt adayı Azmi Ekinci, geçtiğimiz günlerde Star gazetesinden Fadime Özkan’a verdiği (daha sonra siteden kaldırıldı) röportajda şunları söylemiş:
“Adam kayırma, rantçılık gibi negatif şeylerin yanında vatandaşın ayağına gitmeme, halktan kopukluk, marjinalleşme gibi hususlar. (…) Ayrıca belediye başkanı, yardımcıları ve yöneticilerinin israf ve şatafatları eleştiriliyor. Bunların etrafında dolaşan ihalecisi, müteahhidi gibi kesimlerden oluşan gruplarda ciddi bir ekonomik statü farklılığı oluşan tepki. Haliyle vatandaş da ‘Ben sana oy veriyorum, sen beni unutuyor bir kesimi zenginleştiriyor, kendine hayat kuruyorsun’ gibi konularda son derece ciddi eleştiriler var.” (*)
…
Bu satırları okurken, 31 Mart yerel seçimleriyle ilgili AK Parti’nin Diyarbakır’da basına verdiği kahvaltılı aday tanıtım toplantısı geldi aklıma.
Lüks bir mekanda kuş sütü eksik bir kahvaltı sofrasındayız.
Diyarbakır ve ilçelerinin belediye başkan adayları basın mensuplarına tanıtılıyor.
Mekan Diclekent’te, sadece zengin umuma (!) açık bir yer.
Sofrada yok yok.
Bal, tereyağı, kavurma, bir kaç çeşit peynir, haşlanmış yumurtalar, sebzeler, meyveler grinin elli tonu gibi (…)
Kendini halka adayanların zengin sofrasında oturmanın verdiği esriklik aklımı başımdan alıyor.
Bir yanda parlak slim fitt kıyafetler içinde seçilmiş elitlerle etrafındakilerin yarattığı şaşaalı zenginlikle başım dönüyor adeta.
Bugün var yarın yok hesabıyla yedikçe yiyorum (!)
Keşke ben de kendimi halkıma adasaydım diyorum (!)
…
Sonra sofrasında ikisini üçünü bir arada göremeyen yorgun, bitkin, umutsuz ve ekmeğe muhtaç (oy potansiyeli) yoksulluk düşüyor aklıma.
Üstten bakan duruşlarının sebebini gözler önüne seren, markalı pahalı kıyafetlerini tamamlayan iri saatler, gümüş yüzükler ve mekan önündeki lüks araçlarıyla bizden farklı olduklarını adeta gözümüzün içine sokuyor seçilmiş elitler ve destekçileri…
Bulundukları pozisyonu Allah’ın seçilmiş/kutsallarına bir lütfu olarak gören bir kibirle ezerek bakıyorlar etraflarına.
Sonra kıyısından rutin sorulara rutin cevaplar, talepler, yine cevaplar, arada halktan uzak olan siyasetçilere (!) göndermeler, yine bildik sorulara bildik cevaplar(…)
Her güzel an gibi (!) bu da kısa sürede bitiyor…
Bizler yoksul sofralarımıza iki yakası bir araya gelmeyen borçlarımızla, bize bu sofrayı sunanlara şükrederek dönüyoruz kapının dışındaki gerçek hayata…
(Bunu bir özeleştiri olarak söylemek isterim: O zaman yanlış anlaşılma olur diye yazmadım. Ne kadar iyi niyetle yazarsanız yazın; farklı niyet okumalarla değişik yerlere çekilme ihtimali bu gibi durumlarda hep var.)
(*)