Bayram’ın il günü Meclis Başkanı Mustafa Şentop, son gününe denk gelen Perşembe günü ise Ak Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım, seçim çalışmaları kapsamında Diyarbakır’a geldi.
“Seçim İstanbul, ne alaka Diyarbakır?” sorusu sorulabilir burada ancak birebir bağlantılı ve önemli iç içe geçmiş bir durumun da işareti bu.
Gelin hep beraber anlamaya çalışalım.
İstanbul hem CHP hem de Ak Parti için önemli. Önemin sebeplerini ayrıntısıyla anlatmaya gerek yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 31 Mart öncesi "İstanbul'u kaybeden Türkiye'yi kaybeder" vurgusu açıklamaya yeter herhalde.
Gelelim İstanbul-Diyarbakır ilişkisine.
Her iki parti de birçok hesabı bir arada ve eşzamanlı olarak yapıyor.
31 Mart’ta oy kullanmayan seçmen sayısı 1 milyon 700 bin civarında ve şüphesiz İstanbul’da seçim sonucunu katılım oranı etkileyecek. Çalışmalar da bir açıdan bunun üzerinde yapılıyor.
Diyarbakır’da bu söylemin en önemli ayaklarından biri.
Katılımın 24 Haziran seçimindeki gibi olacağı varsayımıyla hareket ettiğimizde 23 Haziran’da sandığa gidecek ilave seçmen sayısı 475 bin civarında. Bu seçmenin sandığa gitmesi her iki aday açısından da önem taşıyor.
Yıldırım, sağa sola sapmadan Diyarbakır’a geliş nedenini tam da bu noktada şöyle açıkladı: “Beni Binali Yıldırım yapan şehir İstanbul için huzurlarınızdayım. İstanbul’a vefa borcumu ödemek için geldim. 23 Haziran’a hazır mıyız? Diyarbakır’a bayram için gelen bütün hemşerilerimizin bayram bitince İstanbul’a dönmeleri önemli çünkü Diyarbakırlılar, İstanbul’un size ihtiyacı var. İstanbul’da buluşuyor muyuz? 23 Haziran’da bu işi bitiriyor muyuz? Yarım kalan hesabı görüyor muyuz?”
…
Tabi konu seçmen ve seçmen hassasiyetleri olunca Binali Yıldırım’ın söylemine de yansıdı. Yıldırım, “İstiklal mücadelesini başlatırken daha savaş döneminde Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni toplayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün davet ettiği millet temsilcileri arasında Kürdistan mebusu da vardı, Lazistan mebusu da vardı. Anadolu’nun her tarafından temsilci vardı. Bizi birbirimizden ayırmaya çalışanlara, kardeşliğimizi bozmak isteyenlere asla prim vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.
Abdullah Öcalan’ın avukatları ve ailesiyle görüşme izninin verilmesi ve açlık grevlerinin de bu döneme denk gelen bir zaman diliminde Öcalan’ın çağrısıyla bitirilmesi de bu söylem ve pratiğin devamı olarak okuyabiliriz.
…
Her ne kadar Ak Parti seçmen listesi üzerinden birebir çalışmayla sandığa gelmeyenleri ikna ederek 23 Haziran’da sonuç almayı hedeflemiş olsa da bu varsayım doğru çıkmayabilir.
Önemli bir bölümünün 31 Mart’ta sandığa gitmeyen “küskün” Ak Parti seçmeni olduğu ve bu seçmenlerin 23 Haziran’da Binali Yıldırım’dan yana tercih koyacağının garantisi yok. Bunun ötesinde 31 Mart’ta Yıldırım’a oy vermiş seçmenlerin bu kez tercihini değiştirmeyeceğinin de garantisi yok.
Değişken bir tablo ortaya çıkabilir.
AK Parti İl Teşkilatının Binali Yıldırım’ın ziyaretinde ortaya koyduğu tabloya da bir parantez açmak da fayda var sanırım.
Gerek kendilerine yakın sivil toplum örgütlerine aşağılayıcı şekilde yaklaşımları, gerekse bir iç kavgayı aleni bir şekilde dışarıya taşımalarına kadar varan bir manzaraya şahit olmak iktidar partisi adına önem atfedilen Diyarbakır gibi bir yerde hiç de iç açıcı değil.
Küfür, hakaret, fiili saldırılara varan ve karakolda son bulan aleni bir kavga.
Dışarıda bunu yapanlar perde gerisinde nasıl bir çatışma yaşıyor acaba?
İl Örgütünün ve milletvekillerinin kendi çıkarsal hesaplaşmalarıyla ayyuka çıkan ruh hali ve çaresizlik içinde yapılan ziyaret ve kullanıma yeniden sokulan Kürdistan söylemleri havada kaldı.
Büyük ihtimalle bunun faturaları birilerine kesilecek ve bu iç hesaplaşma da seçim sonrasına bırakılacak.
Bağlamak gerekirse; tüm karmaşık siyasi hesapların ve iç çatışmaların içinde; devletin tüm kanalları üzerinde mutlak bir hakimiyete sahip olan Ak Parti, 23 Haziran’da hiç öngörülemeyen bir tabloyla karşı karşıya kalabilir.
En azından Diyarbakır’da ortaya çıkan tablo bunu gösteriyor.