Bir kitabı okurken sarsılıp hayatı sorgulamaya başlıyorsanız o kitap, yazarına ait bir eser olmaktan çıkıyor. Siz de onu sahipleniyorsunuz artık.
Jose Saramago’ya Nobel Edebiyat Ödülü kazandıran “Körlük” işte öyle bir kitap.
Okuyucu, bakmanın görmek için yeterli olmadığı; göremediklerimizin farkına var(a)madığımız gerçeği ve şiddetiyle sarsılıyor.
Kırmızı ışıkta arabasının içinde birdenbire kör olan adam, onun aracını çalan hırsız, göz doktoru, karısı, sekreter, muayenehaneye gelen genç kadın, yaşlı adam ve diğer isimsiz kahramanlar…
Ve isimsiz bir ülke, isimsiz bir şehir tıpkı kahramanlarının isimsiz oluşu gibi. Hiçbir ülkeye, hiçbir geleneğe, siyasi görüşe, inanca bağlı kalmadan salt insan ve yarattığı değerler üzerine bir eleştiri aynı zamanda.
Ve bembeyaz bir karanlık. Karanlık beyaz olmaz halbuki…
Ardından, tüm şehri ülkeyi saran bir salgınla tüm kurulu düzenin yerle bir olduğu zaman diliminde oluşan kaosu hayal edin. Körlerin kaldığı eski bir akıl hastanesinde kendi dışkılarının içinde yaşayan insanların hayatta kalma mücadelesi.
Bencillik, değer yargılarının çöküşü ve buna rağmen kurulmaya çalışılan sistemle, kötülük yeniden yaşam bulmaya çalışırken, içlerinde gören tek bir kadının izinde yedi kişinin hayatta kalma mücadelesi.
Kitabı bitirdiğimde, Saramago’nun kurgulayışı, hayal gücü ve derin gözlemlerinden dehşete düştüm; kendi yüzeysel yaşamımın da farkına vararak.
Ardındanbu muhteşem yazarın yaşam hikayesine odaklandım. Bu konuda kapsamlı olmazsa bile Saramago’yu tanıtabilecek derlemelerden oluşan kısa bir yazıya www.fikriyat.com’da rastladım.
1922 Portekiz'de doğumlu olan JoséSaramago, yoksul bir ailede büyüdü, bir kardeşini bakımsızlıktan kaybetmesinin ardından erken yaşlarda çalışmak zorunda kaldı.
Okuluna devam edemeyen Saramago, makinistlik eğitimi aldı. Teknik ressamlık, redaktörlük, editörlük ve çevirmenlik gibi birçok alanda çalıştı. 1947 yılında, yani yirmi dört yaşındayken ilk romanı ‘Günah Ülkesi’ yayımlandı. Saramago bu eserinden sonra 19 yıl hiçbir eser yayımlamadı. 1966 yılında, edebiyata, Muhtemel Şiirler isimli eseriyle döndü. Ses getiren İsa'ya Göre İncil’i 1991'de yayımladı. Katolik Kilisesi’ninromana tepki göstermesinin ardındanSaramago'yu aforoz etti ve Portekiz hükümeti de kitabı yasaklatmak bir yana Avrupa Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmesini engelledi.
Yedi yıl sonra Saramago, 1998 yılında, 'okurlarını farklı bir gerçeklikle tanıştırdığı, hayal gücünün ve ironinin hâkim olduğu bir boyut vaat ettiği' için Nobel Edebiyat Ödülü kazandı.
2002'de İsrail'in Filistin halkına davranışını 'soykırım' olarak tanımladı. Portekiz'in AB'ye üyeliğine karşı çıkarak tepkisini gösterdi. 2009'da "İncil, kötü alışkanlıkların el kitabıdır" dedi ve büyük bir kesim tarafından eleştirildi. Ünlü yazar 87 yaşında hayatını kaybetti. Ölümünün ardından yakılan naaşı evinin bahçesine gömüldü.
…
Nokta ve virgülden başka noktalama işaret kullanmadı
Bu kısa yaşam hikayesinden sonra yazım tekniğiyle ilgili bir iki kelam var.
JoséSaramago, kahramanları söyleşilerinde konuşma çizgisi veya tırnak işareti kullanmadan yazar. Diyaloglar, bir paragraf içinde, her bir söz alanın dile getirdiği ilk sözcüğün virgülden sonra büyük harfle yazılmasıyla veriliyor. Öte yandan Portekizce diğer Avrupa dillerine göre daha az ilgi gösterilen bir dildir. Kitapları, Necip Fazıl'ın dediği gibi muşambadan dekore edilmiş dünyaya dair öğretiler, fona yerleştirilmiş doğu klasiklerini aratmayan ilkeler de bunun en büyük teşvikçisidir zaten.
…
Ve roman ile ilgili alıntı bir görüşle sonlandıralım yazımızı: Roman ismi belirsiz bir şehrin ana caddesinde kırmızı ışıkta duran bir arabanın şoförünün panik cümlesiyle açılıyor: "Kör oldum. JoseSaramago, Körlük romanı ile okuyucularını bir yolculuğa çıkarıyor. İlk aşamada yönetmeni zor bir görev beklemektedir, hele de körlük gibi bir tema esas alındığında. Zor olan 'körlüğün görselleştirilmesi' sorunudur. Bir başyapıt olan bu eser karanlık bir dünyanın içine iterek adeta gözlerimizi açıyor. "Bakabiliyorsan gör. Görebiliyorsan, gözle" cümlesiyle başlarken romana, görmenin ve körlüğün üzerine dipsiz bir kuyuya düştüğümüzü hissettiriyor. Bu körlük alıştığımızdan farklıydı. Saramago, bu salgını doğal körlükten ayırmak için ona farklı bir ad takar. Çünkü bu körlük beyazdı. Salgına yakalananların gözüne bembeyaz bir perde iner. Koca şehirdeki herkes sırayla salgına yakalanırken sadece doktorun karısı görebiliyor. Karantinaya alındıkları hastanede hoparlöründen yapılan duyuruda yemek verileceği fakat herhangi bir yaralanma veya hastalık durumunda yardım edilmeyeceği açıkça söyleniyor. Hükümetin "Böcek ölürse zehir de kalmaz." politikasıyla ilerlediğini net olarak gören körler, hastalıklarıyla mücadele etmeleri bir yana bir de gördükleri muamelenin verdiği psikolojik bunalımla mücadele ediyorlar. Körlük, demokratik bir toplum üzerine düşünmeyi mesele edinir. Herkesin birbirinin kurdu olduğu, bir körün bile arabasını çalanların var olduğu bir toplum tasviridir. Bu eser Saramago'nun evrensel bir sorunu işlediği bir romandır. Bu nedenle yerel özelliklerden itinayla uzak durur. Olay, herhangi bir zamanda herhangi bir şehirde geçmiş olabilir. Hastalığa yakalananların milliyeti önemli değildir. Saramago eseriyle, karantina altına alınanları izlerken, bozulan hiyerarşik yapının mikro düzeyde tekrar kuruluşuna tanık oluruz.
Bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark et.