Hafta boyu tartışıldı bir iğrenç kitap (kitap demeye de ağzım varmıyor) adını yazmıyorum, yazanı da yayınevini de.
Yazan şahıs kendini ABD’de yaygın olduğunu belirttiği ‘kirli gerçeklik’ akımına sığınarak savunmuş.
‘Kirli Gerçeklik’ akımı nedir, ona bakalım önce…
Kirli gerçeklik ismiyle adlandırılan akım Amerika'da 1980'li yılların başında ortaya çıkmıştır. Bu akımın öncüsü ise Charles Bukowski olarak bilinir.
Ancak kirli gerçeklik, çoğunluğa göre artık varolmayan bir edebiyat akımıymış.
Bu akımda, sessizlik duygusu, yalınlık, yabancılaşma, yalnızlık, tekinsizlik, karakterlerin ne yaptıkları gibi konular ele alınıyor ve genellikle karakterler sıra dışı kişilerden oluşuyor. Ayrıca karakterlerin ne yaptığı ele alınırken neyi nasıl yaptığı gibi durumlar belirtilmiyor.
Bilenden bir karşı görüş: Kirli edebiyat gerçi birçok millette vardır ama böyle sapıkça şehevi hisler 'gerçekçilik' diye gevelenerek değil, eski devirlerin tuhaf mizahî anlayışı doğrultusunda kaleme alınmışlardır. Ama hiçbiri kundaktaki çocuk düşünülmemiş, bu kadar edepsizce hayaller kimsenin hatırına gelmemiştir, hatta bu rezaletlerin zirvesini teşkil eden antik Yunan metinlerinde bile böylesi yoktur!
(…)
Yaşananlara odaklanırken, maalesef ayrıntıları gözden kaçırmak gibi bir zaafımız var.
Bir kere bandrol veren kurum yani Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın pozisyonu burada sorgulanmalı.
Şu sorular cevaplanmalı diye düşünenlerdenim. Yayıncı da yazan da sığınmış bu bahaneye.
- Bakanlık nasıl bandrol veriyor?
- Bakanlık bandrol verdiği kitapları okutmuyor mu?
- Okutuyorsa tam bir facia. Böyle bir kitaba nasıl izin verdi?
- Bakanlığın konudan haberdar olması sosyal medya üzerinden yapılan tepkilerden kaynaklanıyor olması da ayrı bir handikap.
Ve sonrasında Kültür Bakanlığı, yanına Aile Bakanlığı’nı alarak suç duyurusunda bulunuyor.
Sonrası malum.
Mahkeme, yazanı da yayıncıyı da polis eşliğinde ifadeye çağırıyor, alıyor ifadelerini ve adli kontrol hükümleri uygulayarak serbest bırakıyor.
Bu kararı nasıl okumalıyız peki?
Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı 2018 yılı adli istatistikleri bize bu cevabı veriyor!
Çocukların cinsel istismarı suçu geçen yıl rekor düzeye ulaşmış. Şöyle ki 2011 yılından 2014 yılına kadar artış gösteren çocukların cinsel istismarı suç sayısı, 2015 ve 2016 yıllarında azalmış ve 2017 yılında tekrar artışa geçmiş. 2018 yılına gelindiğinde ise 18 bin 290 suç sayısı ile en yüksek değerine ulaşmış.
İstatistiklere göre çocukların cinsel istismarı suçundan açılan davalarda verilen mahkumiyet oranları 2011’de yüzde 41.1 iken yıllar içinde bu oran arttı. 2017 yılında bu suçtan açılan davaların yüzde 62.2’sinde mahkumiyet kararı verilirken bu oran geçen yıl hafif bir düşüşle yüzde 59.6 oldu.
Mahkûmiyet oranları cinsel saldırı suçunda 2011’e göre (yüzde 36) oldukça yüksek iken geçen yıla göre yüzde 1 düşüşle yüzde 50.2 oldu.
Cinsel taciz suçunda da 2011 yılında mahkumiyet oranı sadece yüzde 17 iken yıllar içindeki artış sürdü ve 2017’de yüzde 37.5 olan oran geçen yıl yüzde 41’e yükseldi.
…
Verilen cezalar fiili durumlar için geçerli ve bunların yarısından fazlası da farklı sebeplerle ceza almıyor. Mahkemeye göre, ortada cezaevine konulmayı gerektiren fiili bir suç yok.
Fikir aşamasındaki sapkın düşünceler gerçekleşmemiş olduğundan suç da sayılmıyor.
Yani fiili bir suç yoksa ceza da yok!
Bu başlı başına sorunlu bir konu.
Hastalıklı beyinlerin kurgu dünyasında kol gezen sapıklığı edebiyat bahanesine sığınarak yayma/meşrulaştırmaya çalışması ve bunları savunurken yeni kavramlar üreterek insanların kafasını karıştırması; bu cezasızlıktan cesaret almıyor mu zaten?