Felaketlerin ardı arkası kesilmiyor.
Büyük deprem felaketinin ardından Adıyaman ve Şanlıurfa’daki sel felaketi ile bir kez daha sarsıldık.
Elimiz yüreğimizde, izledik takip ettik yaşananları.
Artarda yaşadığımız tüm bu felaketleri korkuyla takip ederken; yaşananları daha büyük felaketler haline getiren sebepleri bir yandan tartışıyoruz.
Muasır medeniyet seviyelerinden uzaydan, teknolojiden ve gelişen ekonomiden bahsederken, eşi benzeri görülmemiş süreklilikte bir zam dalgası yaşadık, yaşıyoruz.
Pandemi sonrası bükülen bellerimizi düzeltme telaşındayken, ekonomik kriz ardından asrın felaketi!
Durum düşünemeden müthiş bir hızla yaşadığımız son 7 yıla dönüp bakamıyoruz bile.
…
Şimdiye olan soruna kıt aklımla bakarak, kendimi sadede gelmeye davet ediyorum.
Sorun ne?
Depremlerde bir kez daha ortaya çıktı ki; yapılardaki denetim mekanizmasının eksikliği, kolon kesmeler, yapılarda eksik ya da standart dışı malzeme kullanımı yaşadığımız felaketlerin hem insani hem de maddi boyutunu daha acı hale getiriyor.
50 bine yaklaşan can kaybı Türkiye tarihinin en acı hafızasını oluşturdu. Bu acı toplumsal hafızadan umarım dersler çıkarırız.
Son yaşanan sel felaketleri için de aynı şeyler geçerli.
Bilimin sözlerine kulak tıkayan ranta dayalı, çarpık kentleşme ve yapılaşma anlayışın ürünü bu anlayış belki de hafif atlatacağımız acıları daha içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Ülke olarak bunu hak etmiyoruz.
Bu acı hafızanın bizler için iyi sonuçlar çıkarmayacağı kesin olsa da son olarak ders çıkarmak zorunluluğunu bir kez daha ve bastıra bastıra hatırlatmakta fayda var.