Cemilpaşazadeler, Kâmuran İnan’ın ailesi, Urfa’nın beyleri hepsi aftan yararlandılar.Döndüler memleketlerine, Edip Altunakar, doktor Fuat’ın yeğeni Turgut Altunç, Şeyh Sait Efendi’nin kardeşi, ŞeyhMehdi’nin çocukları, Nejat Cemiloğlu, Felat Cemiloğlu.
Medeni olacağız ya, Rusya bize posta attı biliyorsun; boğazlardan üs istedi, Rusya ile ezeli ve ebedi bir düşmanlığımız var, biz bütün gücümüzle İngiltere’ye, Amerika’ya, Fransa’ya omuz veriyoruz, İşte bu yıllarda geri getirildi sürgün çoçukları.
… Sonra devletin yoğun propagandası var. Çileleri hiç bitmiyordu bu ailelerin. Mesela Edip Altunakar’ın babası Şeyh Sıddık Diyarbakır’da mahkeme ediliyor, beraat ediyor.
İkinci Dünya Savaşı yılları, ’39-40, beraat ediyor ve mahkemede diyor ki; bana bu yaptığınızın hesabını size Ankara’da soracağım.
…
Yaşar Kemal’in 1951-1963 yılları arasında Cumhuriyet gazetesi için yazdığı röportajlardan oluşan “Bu Diyar Baştan Başa” dizisinde, büyük yazarın gözünde Diyarbakır’ın kısa anlatımına bakalım:
Diyarbakır akrepler şehri, gül şehri, karpuz şehri. Diyarbakır yeni yapılacak otelleri, eşsiz tabiatiyle turist şehri… Diyarbakır tezatlar şehri. İnsan birden irkiliveriyor. Atom bombası bu şehre düşmüş sanki. Yer yer taş yığınları, harabeler.
Diyarbakır pas tutmuş. Diyarbakır, eski, çok eski bir demir kadar paslı. İlk bakışta böyle ya, insan aldanıyor. Sonra yavaş yavaş ayılıp ısınıyor Diyarbakır’a; anlıyor ki iş böyle değil.
Bu şehir kılıf içinde. Bu şehir kendisini öylesine gizlemiş ki, tadına varabilmek, onu sevebilmek için emek istiyor, terlemek istiyor.
Bu şehri kılıfından soyup mahremiyetine girmeli. Bu iş, zor iş ya, değer. Bunu yapabildin mi büyülendin demektir. Diyarbakır seni büyülemiştir; kurtuluş yok.
İki Diyarbakır var: Biri surun içindeki eski, öteki, surun dışındaki yeni Diyarbakır.
Eski Diyarbakır, mimarisi, evleri, kahveleri, sokakları, giyinişi, velhasıl her haliyle, surları kadar eski.
Evler… Kara, kirli, yıpranmış bazalttan yapılmış, kemerleri, kafesleri «Cağ» denilen demirlerle örülmüş pencereleri, iki katlı damlı evler. Bu evlerin içlerinde çok eskileri, ünlüleri var. Dördüncü Murad Diyarbakır’a geldiğinde bu evlerden birinde kalmış. Daha terütaze duruyor, dün yapılmış gibi.
Sonra Behram Paşanın evi diyorlar, bir ev var, şimdi otel olarak kullanılıyor, hayran olmamak elden gelmiyor. Kemerlerin en güzeli bu evlerde.
Damların üstünü diz boyu ot ve kır çiçekleri bürümüş. Bu sebepten, pek az ağaç olmasına rağmen, bütün şehir tepeden tırnağa yemyeşil. (Devam Edecek)